Apollo, asla yalan söylemeyeceğine inanılan tek tanrıydı. Yalandan vazgeçemeyeceğimi biliyordum. Yalan, benim için bir ihtiyaçtan çok; her zaman yanımda taşıdığım bir silah gibiydi. Ona güveniyordum ve durumumun zorluğu fark etmeksizin beni kurtarabileceğine emindim.
Kalabalıklara karşı nefret besliyor olmama rağmen, onları gözlemleyebilmek bana garip bir haz veriyordu. İnsanlar, profil olarak farklı değillerdi; fakat onları aynı sonuca ulaştıran yolların birbirleriyle alakaları yoktu. İnsanların aptallığına dair kendime yaptığım telkinlerin beni yalnızlığa bağımlı biri getireceğini bilmiyordum. Onların aptallıkları ve amaçsızlıklarını düşününce kendimi tanrı gibi hissediyordum.
Eğer büyük sayılabilecek bir grubu gözlemlemek istiyorsanız, kapalı alanlar bunun için en iyi seçenektir. Kim olursanız olun, metroya indiğinizde sadece metro bekleyen biri konumuna gelirsiniz. Kamufle olduğumuzu hissetmek, kimliklerimizin yok olmasını sağlamaz; fakat bunu deneme fırsatı sunar. Kendi bilinçaltımı her seferinde reddettiğimden dolayı, kamufle olma fikri bana kısa süreli bir tanrılık vadediyordu. Tanrı olmayı arzulayışıma bir çelişki olarak, gündelik hayatımda dikkat çekmemek için özel çaba gösteriyordum. Dikkat çekmek, daha çok beklentileri getirir ve beklentilerimin artması bana zarar verir. Acıyı tüm bedenimle hissetmek yabancı olduğum bir tecrübe değil, ancak kaçmamayı tercih edecek kadar cesur değilim.