the 1975 - robbers
jeon jungkook
En çok yağmur yağdığı zaman güzel olurdu, bu sahil kasabasının denizdeki büyük dalgaları. Birer birer sokak lambalarının etrafında gölcükler oluşurdu. Toprak kokusu sinerdi etrafa ve bir huzur vardı. Sevdiceğimin kollarında aradığım huzurun misli kadar, aynı havayı veriyordu yağmurlu hava.
Rüzgâr ahenk ile dans ediyordu tenim üzerinde. Saçlarımı rüzgâr okşuyordu ve titrememe sebep oluyordu.
En çok yağmur yağdığı zaman güzel olurdu, bu şehrin insanları. Her birinin başları eğik, her birinin yüzleri ıslaktı ve yine her birinin bir kaçışı vardı. Kısacası benim her gün yaşadığımı, onlar yağmurlu havalarda yaşıyordu tabi yine anlayamazdılar, anlayamazdık.
Başım dik bir şekilde ağlayabiliyordum yağmur altında, kimse seçemiyordu yanaklarıma konan şeyin yağmur tanesi mi yoksa gözyaşı mı olduğunu.
Ağaçları aştıktan sonra, kumsala gelmiştim ve ayağımın altındaki spor ayakkabıların bağcıklarını çözüp elime aldım, artık kum tanelerine çıplak ayakla basıyordum. Denizin kıyısına yaklaştıktan sonra bacaklarımı kırarak oturdum ve çenemi dizlerimin üstüne yasladım. Yağmur hâlâ yağmaya devam ediyor muydu, yoksa ben mi ağlıyordum bilmiyorum ama kirpiklerimin üstüne yeşermiş damlalar düzgün görmemi engelliyordu. Yine de çok güzeldi kanlı ay gecesi. Ay artık kırmızı olmuştu ve ufuk çizgisinin altındaki denize çok güzel yansıyordu.
Kanser gibi büyüyen ruhumun ve bedenimin sessizliğinin sesi olmaya, yine şimşekler karar vermişti şayet. Çığlık atıyordum içimden, bağrıyordum var gücümle, haykırarak ağlıyordum son ümidimle ama hiçbiri dışarı çıkmıyordu. Sadece, sessizlik yine kanser gibi büyüyordu. Kimse duymuyordu, kimse bilmiyordu zaten de kimse anlayamıyordu ama benim aklım yine sadece Yoongi'nin şimşeklerden korkuyor oluşuna gidiyordu.
Yaz yağmurunun bastırmış olduğu şimşeğin gücünü, müziklerle bastırmaya çalışmasını ve çarşafının altına kadar gizlenecek olmasını biliyordum, gülümsedim. Yine yapmıştı, yine beni gülümsetmeyi becerebilmişti. Çünkü ben; onsuzken bile ona sığınabilecek kadar çaresizdim.
Ama seviyormuş gibi yapmayı becerememişti.
Hoş, hâlâ da aklımdaydılar öznesinden yüklemine kadar benden ayrılış sözleri. Ama bir gün unutmaktan çok korkuyordum, unutmayı istemiyordum. Gülüşlerinin sebebi olmayı, korkularının ayıcığı olmayı, kalbinin atışlarının sahibi olmayı ve yangınının külleri olmayı unutmak istemiyordum. Geçmişimizi unutmak, tebessümlerimin sebebi olmanı unutmak istemiyordum.
Anılarımızla bir aksiyon filmi çekiyor gibiydik. Katilim anılarımdı ve ben de dış kapıdan kaçmak yerine, üst katlara kaçan kurban gibiydim ama yine de çoğu zaman umrumda değildi, anılarımızı sevecek kadar çaresizdim.
Gönlüm ne çok isterdi ki, katran ciğerlerimde topaklanmasın.
Nefes alamıyordum. Yüzüme yerleştirdiğim çizikler gibi sanki ciğerlerimde de çizikler vardı ve her çizikten kanlar akıyor gibiydi. Etraf çoğu zaman gözyaşlarım yüzünden bulanıklaşıyordu. Sessizlik denilen kara deliğin içine çekiliyordu ruhum. Sessizliğin sesi olup, beni geri kurtarmanı çok istiyordum.
Ama çok geç kalmıştık sevgili, her şey için geç kalmıştık, özellikle özlemek için geç kalmıştık.
Öyle bir silmiştin ki beni, kendi varlığımdan bile şüphe duyuyordum. Öyle bir kırgındım ki sana, sen de gecenin bir vakti uykularından uyan, baktığın her insanda beni gör istiyordum.
Öyle bir silmiştin ki beni sevgili, pişmanlıklar listemde başı sen çekiyordun.
Elimi bir avuç kum taneleri ile doldurdum ve yer çekimine meydan okuması için kumların avuçlarımdan süzülmesini, rüzgârla çarpışmasını izledim.
Yine ay'a bakıp, daldım eski zamanlara. Hoş, hâlâ benim için zerre eskimeyen zamanlara.
Sevgili Taehyung, benim manidar arkadaşım. Sahil kasabasının sakinlerinden biriydi ve sahilin en uç kıyılarında bir tekel dükkânları vardı. Zamparaya, hıyara alkol vermezlerdi ve içip içip sahilde dolananlara karşı temkinli olurlardı başka vatandaşları rahatsız etmesinler diye.
Taehyung bir Alkolikti ve sürekli içerdi. Babası da alkolikti ve küçük yaştan kötü etkilendiği babası yüzünden sürekli içerdi. Sonra bir gün grip olduğu için geldiği hastaneden, kanser olduğunu öğrenerek çıkmıştı. Babasıyla sonunun aynı olacağını bazen tahmin eder gibi olsa da, düzenli içiciliğiyle kendini savunurdu ama bilmiyordu ki en çok düzenli içiciliğin kanser yaptığını.
iki sene önce, günlerden çarşambaydı ve benim gönül işi olarak çalıştığım bir hastaneye gitmem gerekiyordu. En yakın arkadaşım Taehyung, gönüllü çalıştığım hastanede hastaydı ve sürekli gidip gelen bir ziyaretçisi vardı. Bildiğim kadarıyla çocukluktan beri mahalle arkadaşlığı sürdüren bu iki genç arasında, en azından yoonginin gözünde farklı bir sevgi varmış. Arkadaşların birbirlerini öpmeyeceği türünden bir sevgi. Taehyung hastanede yattığında ben Yoongiyle tanışabilme fırsatını bulabilmiş, hatta sevgili bile olmuştuk. Sonsuza kadar sürecekmiş gibi bakardık gözlerimizin içine.
Taehyung bir gün, son'a yaklaşmıştı. Son haftası ölüm döşeğinde geçirdi hep. Tanrı tarafından rüyasında mesajlar alıyordu, bir vasiyet yazmak istedi.
Diğer günler çok uyumaya başlamıştı, sürekli yoruluyordu hatta nefes alırken bile ciğerleri çiziliyordu, oksijen maskesiyle hayatını sürdürüyordu. İlaçların dozları artırılıyordu, sürekli iğneler yapılıyordu, serumsuz duramıyordu, yemek yiyemiyordu ve çok zayıflıyordu. Omurgasının topları görünecek kadar zayıflamıştı, parmaklarımı omurga kemiğinin üstünde gezdirdiğim zaman çok kötü hissetmiştim. Ağır bir psikoloji altındaydım, yakın arkadaşımızı böyle görmekten ben ve özellikle Yoongi çok etkileniyorduk, kötü etkileniyorduk.
Daha sonra uykularında hep rahatsız edilmeye başladı. Sürekli ağlıyordu ve bizim anlayamayacağımız, gerçeklik payı olmayacak şeyler zırvalıyordu. Görünmeyen şeyleri gördüğünü iddia ediyordu, birilerinin onu almaya geleceğini ve öldüreceğini...
Ve evet, iki sene önce günlerden çarşamba günü bedeni küllere döndü. Taehyung benim de en yakın arkadaşımdı ama Yoonginin daha yakını olduğu için bunu asla atlatamadı bir ay içerisinde hiçbir şekilde, acısında azalma yoktu.
Benim de bir suçum yoktu ama,
ayrıldı benden.
y/n: düşüncelerinizi ve yorumlarınızı alırsam sevinirim