Rabıta Nedir?

107 79 9
                                    

Önce şunu belirtelim ki, rabıtayı tarif eden mürşidler, tek bir tanımla yetinmemişlerdir.
Çünkü rabıta, özü itibariyle sevmek ve kalbi sevdiğine bağlamaktır.
Rabıtada, sevdiğini gönül gözüyle görmek, özlemek, onunla hayalini süslemek ve kendisine benzemek vardır.
Sevgiye bir sınır konulamayacağı için, onu tek bir tarifle ifade etmek de mümkün değildir.
-Sonra rabıta, namaz, oruç, zekât, hac gibi dinimizce şekli belirlenmiş bir ibadet değildir.
Ezan, teşrik tekbirleri, telbiye, salât u selam, fatiha, tahiyyat gibi nasıl yapılacağı öğretilmiş bir zikir türü de değildir.
Özel manası ile rabıta, kalbi uyandırıp zikre geçirmek ve ibadete hazırlamak için uygulanan bir terbiye yöntemidir. Bir tefekkür şeklidir, feyz alma yoludur, muhabbeti artırma sebebidir, sıfatı değiştirme vesilesidir.
Bu nedenle rabıta, akaid ve fıkıh kitaplarında değil, ahlâk ve tasavvuf kitaplarında konu edilmiştir.

Rabıta, Arapça rabt kökünden türemiş olup “iki şeyi birbirine bağlayan ip, alaka, bağ, münasebet” anlamlarına gelmektedir. Tasavvufta sâlikin kâmil bir mürşide gönlünü bağlaması, onun sûret ve sîretini, yani hem yüzünü hem de ahlak ve davranışlarını düşünmesini ifade eder. Yani sâlikin zihnî planda tefekkür ve muhayyile gücünü kullanarak mürşidiyle beraberlik halinde olmasını ifade eder. Tasavvuf tarihinde rabıta, önceleri, şeyhi sevmek, kalbini ona bağlamak, bu sayede ondan feyiz almak ve davranışlarını taklit etmek gibi uygulamalar iken zamanla bunlar şeyhin sûretini düşünme şeklini almıştır (Cebecioğlu, 1997; 584; Tosun, 2007: 378).

Aslında mürşidi düşünmek sadece onun şahsını hayal etmek ve ondan bir şey istemek değildir. Bilakis her şeyi yaratan ve yapan hakiki müessirin Allah Teala olduğuna inanarak, Allah’ın mürşide ihsan edip şahsında tezahür ettirdiği faziletleri düşünmektir (Selvi, Yıldırım, Yıldız, 1994: 6).

Kur’an-ı Kerim’de râbitû şeklinde geçen ve emir ifade eden ribât ve murâbata, yalnızca maddi ve dış düşmana karşı değil, bizi içten vuran ve kötülüğü emredici karakteri ile tanımlanan nefs ve şeytan düşmanlarına karşı vaziyet almayı, bunların aldatıcı hilelerine karşı kalbi gözetlemeyi de kapsadığı çoğu müfessirlerce dile getirilmiştir. Mesela, Râğıb el-Isfahânî (ö. 502/1109), ribât ve murâbata’nın ikili anlamına işaret ederken, “Bir vakit namazından diğer vakit namazına kadar beklemek.” (Müslim, Tahâret 41) ve “Kalbi mescitlere bağlı tutmak.” (Buhâri, Ezan 36, Zekât 16, Rikak 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91) hadislerine dikkat çeker ve Kur’an-ı Kerim’de rabt kökünden türetilmiş kelimeleri ihtiva eden ayetleri sıraladıktan sonra, bu ayetlerdeki rabt’ın, “O Allah, Müminlerin kalbine sekineti (iç huzuru, manevi kuvvet ve sabrı) indirendir.” (48/Fetih, 4) ayetinden hareketle kalp sekinetine delalet ettiğini söyler (Gündüz, 2007: 27).

Sûfîlere göre rabıta, kalbi, dünyevi düşüncelerden temizlemek ve koru- mak, mürşidin ruhaniyyetinden feyiz almak ve onun vasıtası ile Allah’ı hatırlamak, gıyabında mürşidle manevi beraberlik ve muhabbet tesis etmek amacıyla icra edilir; bunların en önemlisi muhabbettir. “Kişi sevdikleriyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb 96; Müslim, Birr 165) ve “Herhangi bir topluluğa benzemeye çalışan onlardandır.” (Ebû Dâvûd, Libâs, 4/4031) hadislerine mürid, şeyhinin davranışlarını taklit edebilmek ve onun manevi hâlini kendi üzerine yansıtabilmek için şeyhini sevmelidir. Çünkü seven kişi, sevdiğine benzemek ister. Sevgi ve ülfet şeyh ile mürid arasında bir vasıtadır. Bu sevginin gücü nispetinde müride şeyhten manevi hâl sirayet eder.

Sûfîlere göre rabıta bir ibadet değil, şeyh ile mürid arasında sevgi ve feyiz alışverişine vasıta olacak bir eğitim metodu ve eşini seven bir kişinin gıyabında onu düşünmesi gibi tabii bir hâl olduğunu söylemişlerdir. Bu sebeple bazı sûfîler rabıtayı ‘şeyhe tam bir muhabbet’ diye tarif etmişler ve rabıtada şeyhin sûretini düşünmek için özel bir gayrete gerek olmadığını, muhabbetin yeterli olduğunu, zaten seven kişinin sevdiğini düşüneceğini belirtmişlerdir (Tosun, 2007: 378). Kişi şeyhini hatırladığında, rabıta yaptığında, Allah aklına geliyorsa bu durum şeyhini gördüğünde Allah’ı hatırlamasıyla aynıdır. Nitekim Peygamberimiz, kendileri görüldüğünde Allah’ı hatırlatan kimseleri velî olarak nitelemiştir. Mürşidi sevmek, Allah için, Allah sevdiği ve sevmeyi emrettiği için olur. Bu konuda Allah’ı sever gibi sevmekle, Allah için sevmek arasındaki farka dikkat etmek gerekir. Allah’ın sevdiği kulları sevmek ve onlara uymak şirk ve günah değil; ilahî bir emirdir ve bu sevgi Allah sevgisine delildir. Fakat bu sevgi, Hıristiyanların Hz. İsa’yı (as.) yücelttikleri gibi mabud derecesinde olmamalıdır (Selvi, 1994: 6-10). Rabıta uygulaması her ne kadar Nakşibendilere has zannedilse de Halvetiyye, Kâdiriyye ve Çiştiyye başta olmak üzere birçok tarikatta mevcuttur. Tasavvuftaki ‘fenâ-fî’ş-şeyh’ tabiri de rabıtanın özü olan şeyhi sevmenin bir başka ifadesidir (Tosun, 2007: 378).

Rabıta Fıtrî Bir Olgudur/ Muhabbetin Neticesidir

Rabıta, fıtri ve tabii bir olgu olarak, benimseme, benzeme ve özdeşleşme ameliyesinin, dinin fert ve toplum hayatında gereği gibi yaşanabilmesi için kullanılmasından ibarettir (Okudan, 2003: 201).

Bir insanın öğretmenine, annesine, babasına, kardeşine, eşine, dinine, Kur’an-ı Kerim’e, âlemlerin Rabbi Allah’a duyduğu sevgi bir rabıtadır. Bu sevgi olmasa varlığın devamı olmazdı. Rabıta, tasavufi planda hiçbir mutasavvıf tarafından, insanın insanı tanrı edinmesi şeklinde açıklanmamıştır. Ancak müridin şeyhine aşırı sevgisi, tasavvuf zevkini tatmamış kişiler tarafından farklı biçimde yorumlanmıştır. Müridin şeyhine rabıtası (özelikle Nakşi sülûkünde), murakabeye kadardır. Ondan sonra müridin yalnızca Allah’a rabıta yapması gerekir. O durumuyla hâlâ şeyhine rabıta yapmaya devam eden kişi, manevi açıdan gerilemeye dûçar olur. Zira şeyhe rabıta, nihai rabıta olan Allah’a rabıtanın bir ön hazırlayıcısı mahiyetindedir (Cebecioğlu, 2009: 507).

Rabıta, tefekkürün bir çeşidi, murakabenin bir bölümü, muhabbetin bir tezahürüdür (Selvi, 1997: 426). Bu rabıtanın ölçüsü de şeriattır. Düşünülmesi Hakk’ın zikrine vesile olan, kalbi Hakk’a ve hayra yönelten veya en azından harama yol açmayan bütün düşünceler derece ve neticesine göre mubah, mendub, farz veya fazilet olmaktadır (Selvi, 1997: 432).

Mevlana Halid Bağdadi rabıtayı inkar edenlerin ıstılahtaki manasının ne olduğunu bilmediğini söyler ve râbıtayı şöyle tanımlar: “Tarikatta müridin, kamil ve fenafillah makamında bulunan şeyhinin suretini göz önünde tutarak ruhaniyetinden medet istemesidir. Ona göre müridin edeblenmesi ve mürşidinin yanında bulunuyormuş gibi feyz alması lüzumludur. Şeyhin suretini düşünmek edep ve terbiyeyi muhafaza ettirir. Müridin şeyhinin yanında hazır olduğu düşüncesi feyz alabilmesini sağlar. Kaynaklarda, rabıta ile edilecek en önemli faydanın feyz olduğu ifade edilmektedir. Zira rabıta, feyz almak isteyeni, feyz verecek olan zatın ruhaniyetinin tasarrufu altına sokmaktadır. Bu rabıta sebebiyle mürid, kötü ve çirkin işlerden uzaklaşır. (Esad Sahib, 2004:116) Dolayısıyla rabıta nakşbendi tarikatında Allah’a vuslat yolunda önemli bir esastır. Bu esasda kamil bir şeyhin rehberliği önemlidir. Kamil bir şeyh oluğa benzer kalbindeki feyzi kendisine muhabbet besleyene akıtır. Mevlânâ Hâlid Hazretlerine (ks.) göre Kitâb-ı Azîz ve sünnet-i resûle yapıştıktan sonra Allah Teala’ya vasıl olmanın en büyük yolu rabıtadır. Unutulmamalıdır ki rabıtadan maksat, Yüce Mevlâ’ya ulaşmaktır; ‘seyr ilâllâh’a vesile olmaktan başka bir şey değildir (Selvi vd., 1994: 62).

Rabıta, sırrullahtır. Onunla her şey neşeye dönüşür. Hayatın lezzeti onunla tadılır. Rabıta, vücut gemisinin dümeni gibidir. Rabıtasız hayat yolculuğu, sürekli bir çalkantıdan ibarettir. Nereye ve nasıl gelindiğinin farkına varılmaz. Kusur ve eksiklikler yine rabıtayla düzeltilir. Kuşadalı İbrahim Halvetî’ye göre Allah’a giden yolun en esaslı rüknü rabıtadır. Onsuz seyr ü sülûk hayatı olamaz. Tarikatta mizan ve ölçü odur (Kara, 2003: 186-187). Kul, hakiki kemaliyetin Allah’tan başka bir gaye için olmadığını ve nefsinde veya başkasında kemaliyet olarak gördüğü her şeyin Allah’tan olduğunu, O’nun yardımı ve rızasıyla meydana geldiğini bildiği zaman sevgisi de ancak Allah için olur (Okudan, 2003: 215). Rabıtanın nihai gayesi de budur.

TASAVVUF VE TARİKAT NEDİR?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin