#1#

98 10 5
                                    

Sabah erkenden kalkıp kahvaltımı yaptım. Dişlerimi fırçaladıktan sonra aynaya bir baktım. Kahverengi saçlı, esmer, mavi gözlü güzel bir kızdım. Ama gözlük takıyordum. Hatta oldukça güzeldim. Kürek kemiklerime gelen saçları bugün salık bırakmış, saçımı yandan ayırmıştım. Kıravatımı düzelttikten sonra ümitsizce olmayacağını bilerek ağzımı açıp içime hava çekmeye çalıştım.

Olmadı.

Her zaman yaşadığım bir şey olduğu için takmayarak lavabodan çıktım. Ev gerçekten çok sessizdi. Evi tek sesli kılan şey televizyon veya kahvaltılarda açtığım radyoydu. Mutfağa gidip konuşmakta olan hava durumu spikerinin samsundaki havanın söylemesini yarıda kestim. Spor ayakkablarımı giydikten sonra evden çıktım.

Evim okulun karşısındaydı. Evet, evden çıkar çıkmaz okula gidiyordum. Her zamanki gibi erken gittim ve okulun bahçesindeki banka oturdum. Öğrenciler yavaş yavaş okula gelirken onları seyrettim. Okula erken gelmemin bir sebebi vardı, gelenlerin seslerini dinliyordum. “Şunun sesi kalın, bununki çok cırtlak, ay bununkide bir kıza göre çok kaba, bu sesini kullanmasını bilmiyor.” Diyerek insanların seslerini tanıyordum. Kendi sesimi kafamda kurmaya çalıştım. Buhardan ilk zamanlarda dayanamayarak bir nefes çektiğim olmuştu ve sesimi o zaman duymuştum. 1 yıl önceydi, ilk öğrendiğim zamanlar. Bu yüzden hatırlamıyorum. Acaba önümde böyle bir engel olmasaydı şarkıcı olabilir miydim ki?

Okul dahada dolmaya başlarken önümden geçenler bana tiksintiyle bakıyorlardı. Okulun ezosu gibi bir şeydim, herkesin gözünde ezik kız Nil olarak görünüyordum. Şu zamana kadar bir kere bile konuşmadığım için bazıları bana dilsiz diye sesleniyordu. Bunu anlarım ama, benim oturduğum yerlere oturmuyolar, beni sinir etmek için dürterken eldiven giyiyorlardı. Evet, Murat diye biri bana geçen hafta eldivenle itip sonra eldiveni çöpe tiksinerek attı. Okulda galiba pasaklı olarak tanınıyorum. Mesela bu banka benden başka kimse oturmuyor. Hatta doğruluk mu cesaretlilik mi oynarken birisi cesaretlilik derse “Git dilsizin bankına otur.” diyolardı. Şakalaşırken benim eşyalarımı hedef alıp “Hemen git bana bir su al, yoksa nil’in bütün eşyalarını suratına sürerim." diye tehtit ediyorlardı. Ne kadar saçma değil mi? Okula yeni biri gelince onu hemen benden tiksindiriyorlardı.

Okulun bahçesinin tamamıyla dolmuştu. Her taraftan sesler geliyordu. Sabahları gelmesinin sebebi, benim gibi erken gelen birkaç kişinin sesini duymaktı aslında. Ama herkes bahçede olunca buna tahammül edemiyordum. Kendi sesimi duyamıyorken, 100 kişinin sesini çekemiyordum.

Etrafımdaki tüm banklar tıkış tıkıştı. Didem'in banklara yaklaştığını gördüm. O bildiğim kadarıyla evi uzak olduğundan ve arabaları olmadığından yürüyerek geliyordu. Çok yorulduğundan her sabah bir bankta oturuyodu. Koca bir bankta tek başıma oturmama rağmen beni rast geçip en az tıkış tıkış olan bankta bir yer açmalarını rica edip oraya oturdu. Onun bu davranışına büyük bir istekle gözlerimi devirdim. Çantamı alıp sınıfa çıktım.

Her zamanki yerime oturduktan sonra öğretmeni beklemeye başladım.

 Zil çalınca kalkıp bahçeye yürümeye başladım. Önce kantine girip kendime bir tost aldım. Tostu Ahmet amca bana gülümseyerek verdi. Belki de beni bu koca okulda tek seven oydu.

Bahçeye doğru yürürken etraftakiler bana bakıp bakıp suratlarını buruşturuyolardı. Alışık olduğumdan dolayı hiç umursamadım.

Aslında bahçeye pek inmem, dediğim gibi. Kendi sesimi duyamazken o kadar insanın –özelliklede tanıdığım kişilerin- sesini duymak beni kötü hissettiriyordu. Televizyon ve radyolardaki insanlar o kadarda sinirimi bozmuyordu mesela.

Bankıma dalgın dalgın yürürken bir şey fark ettim. Bankta biri mi oturuyordu?

Gözlerimi pörtleterek bankta kimin oturduğuna bakmaya çalıştım. Bir erkekti.

Kalbim göğüs kafesimi delmek istercesine atmaya başlayınca ağır hareketlerle banka yürüdüm. Bankın önünde durup çocuğun önünde dikilmeye başladım. Çocuk kafasını kaldırıp bana baktığında onu tanımadım. Yeni gelmişti sanırım.

“Ah, merhaba.”  Sesi çok tatlı gelmişti. Hatta o kadar güzel gelmişti ki bir an keşke yanımda buharım olsaydı da sıkıp konuşsaydım diye içimden geçirmeden edemedim.

 Sadece gülümseyip yanına oturdum. Çocuğa şaşkın bir şekilde bakarken suratını bana çevirdi. Saçları ne sarı nede kahveydi. Işığın geldiği yerler sarı gözüküyordu ama gelmediği, gölge düşen yerler kahve gözüküyordu. Açık kumral gibi bir şeydi.

“Neden öyle bakıyorsun?”

“O konuşmuyor dostum, boşuna uğraşma.” (bu diyen Murat)

“Ayrıca bence hemen ordan kalk ve eve gidince pantalonunu dezenfekte et derim. Yarında benim yanıma oturmaya ne dersin?” (bunu söyleyen Aslı)

Aslı'ya dönüp olabildiğince sert bir bakış attım. Beni umursamayarak önüne döndü.

“Konuşmuyor derken dilsiz mi yoksa konuşmak mı istemiyor?”

“Dili var ama konuşmuyor. Ama biz yinede ona dilsiz diyoruz.”

 Murat, bir kapa çeneni. Ayrıca konuşabildiğim zaman ilk işim sana sövmek olacak.

 “Anladım.”

 Bana dönünce kahve gözlerindeki şefkati gördüm. Ona içim ısındı. Çok… tatlıydı.

 “Ben bu okula yeni geldim. Arkadaş olabilir miyiz?”

Elini uzatınca şaşkınlıktan küçük dilimi yutacağımı sandım. Ona birileri benim hakkımda iğrenç dedikoduları anlatmamış mıydı?

 “Dostum, onla arkadaşlık yapma bence, gel seninle bir konuşalım ha?”

 Uzattığı eline sadece baktım. Belki oda diğerleri gibi olacaktı. En azından başta hata yapmasın. Önüme dönüp tostumdan bir ısırık aldım. İçimden bir yerler kopmuş gibi oldu. İlk defa arkadaş edinebilirdim belki de.

 “Neden onunla arkadaş olmayayım ki?”

“Neden mi?”

 Murat arkasını dönüp bahçeye bağırmaya başladı.

 “Herkes beni dinleyebilir mi?”

 Bahçedeki gürültü kısa süreliğine dindi. Az sonra benim olmayan rezilliklerimi anlatıp beni yeni arkadaş olabileceğim kişiye karşı küçük düşürecekti. Gerçi öğrenirsede arkadaş olmazdı herhalde.

 “Burada bulunan çocuk okula yeni geldi. Ve bana dilsizle neden arkadaş olmaması gerektiğini sordu. Sizce dilsizin arkadaşı olabilir mi?”

 Kalabalıktan gülme sesleri ve birçok cümleler yükseldi. Aralarından seçtiklerim en kırıcılarıydı;

 “Dilsiz ve arkadaşı olması mı? Yok artık.”

“Biri şu çocuğa hatasını anlatsın.”

“O banka oturmamalıydın bile!”

“Neden gidip bir erkekle arkadaş olmuyorsun? Ah, pardon. Ama Nil değilde başka bir erkek seçmeliydin.”

 Son cümleden sonra bahçeden kahkaha sesleri yükselince moralim alt üst oldu.

Tostumun son parçasını da ağzıma attıktan sonra sinirle kalktım. Yeni gelen çocuğa ümitsizlikle baktım. Neden elini tekrar uzatmıyorsun?

 “Hah, sende onlar gibi sıradan birisin işte, hepiniz aynısınız!” diye ne kadar haykırmak istesemde yapmadım.

 Diğer tenefüs bahçeye bir umutla tekrar indiğimde bankım boştu. İçimdeki umutlar taşla dövülürcesine paramparça olduktan sonra okula girdim.

Son Nefesim Sensin... (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin