Ben sapsarıydım ilk görüşümde seni. Masumdum ama kırgındım; ruhunu toparlamayı henüz öğrenememiş, can kırıklarının cam kırıklarından daha fazla acıtacağına inanmayan güçsüz ama sapasağlam bir kazıktım. Sen ise apayrı, kıpkırmızı ve en tehlikeli tüm düşüncelerimi her cümlende aklıma tekrar tekrar getiren, biri, bir yuva, bir çatı, bir yağmurluk, bir gülümseme, küçük bir ateş ve büyük bir yangındın. Sana dokunmak istedim. Daha önce boyalarla oynamaya bayılan bu ufak parmaklarım kırmızı ve sarıyı hiç birlikte yaşatmamıştı bir kağıdın üzerinde. Karıştırmak istedim, denemek istedim, denedim. Seni açacağımı düşündüm, ne yazık ki sen daha fazlaydın. Battıkça battım ve kızardım. Kızarmışlığımdan memnun, daha fazlasını isteyeceğim aklıma gelmezdi. Masum olduğu kadar bencil, paylaşmayı sevmeyen ama gülümsemesini herkesle paylaşan güzel bir kızdım. Sigaranı bırakmanı istedim, seni benden yapmaya yemin etmiş güzel bir yüreğim vardı. Saf, temiz ve çocuk bir yüreğim vardı. Heyecanlı ve daha da heyecanlı, çoğu hissettiğinin adını bilmeyen, çoğu hissettiğini seninle ilk kez yaşamaktan korkmayan atılgan duygulara sahip bir yüreğim vardı. Yeni bir yürek. Sigaranı söndürdün, çünkü ben sarıydım, beni üzmek ne demekti? Beni üzmek bulutları üzmekti, beni üzmek geceyi tek başına bırakmaktı. Beni üzmek gece ve gündüzü birleştirmeye çalışmaktı. Çünkü kırmızıydın kırmızı olmasına ama istemiyordun benim kırmızı olmamı. Daha önce böylesine rastlamamıştın. Tatmamıştın, denemek istemiştin. Daha öncesi hayatının hep senin tonundandı. Söz dinlemeyen ama herkesten çok söz dinleyen, deli dolu ama bir o kadar yorulmuş tertemiz bir yürek senin için korkunç bir başlangıçtı. Kırmızı olduğunun farkındaydın. Hep kirlenmiş yürekleri daha fazla kirletirdin, acı çektirmekten korkmaz, alışık olanlara daha fazlasını vermekten çekinmezdin. Ama ben sapsarı bir güneşken kirletmekten korkmamak elinde olmadığında, hiç dokunmamayı seçene kadar yüreğine söz dinletemedin. İstemedin. Yüreğin söz dinlesin istemedin. Benim saf yüreğim ne büyük bir heyecanla senin kırmızına karışmak istediyse, senin kırmızın da benim sarılarımı kirletmeye ant içmiş gibi müthiş zayiat duygularla pirelerini koşturarak kolları iki yanında her şeye hazır bekledi. Dayanamadın. Etrafına baktın, ne çok yüreği kirletmiştin. Ama en kötüsü de, şimdi senden önce kirletilmemiş tertemiz bir yüreğe yükleyeceğin tüm acıların farkında olarak ilk kez korkuyordun. Kirlettiğin tüm yürekler, lekesine leke kattığın her kalp sana lekelenmiş, nefret kusmaya başlamıştı. Ellerimi uzattım. Hem sana karışmak, hem de kırmızılığını siyaha dönmeden önce durdurmak, hüznü tatmadan önce, nefreti iliklerine kadar hissetmeden önce, yaraların derinleşmeden önce kapatmak istedim. Yapamazdın. Anlam veremedim, saflığım ne büyüktü. Acı çekeceğini bile bile sana yürüyen bir kız olmadan zaman zaman önce acı çekeceğimi bilmeden sana yürümeye çalışmıştım. Ama acı çekeceğimi bilmeyen bana karşın çok iyi bilen biri varsa, beni kırmızıya karıştırmamak isteyen, masumluğumu dondurmak isteyen biri varsa o da kıpkırmızı sendin. Kendini düşünmedin, yaralarını kendin saramayacağını bile bile adım adım uzaklaştın her şeyden. Benden, karışmak üzere olan kişiliklerimizden ve renklerimizden uzaklaştın. Siyah olurken gözlerimin önünde, her kelimen simsiyahken ellerimi kaldıramadım. Yalnızca izlemekle yetindim. Sonunda benim acı çekeceğini bilmeden acıya koşan gözlerime dayanamadım, etrafında yarana batırdıkları kanlı hançerlerine tekrar tekrar çeviren kararmış kalplere daha fazla dayanamadın ve gittin. Ardına bile bakmadan, bencilce ama beni kirletmemeye ant içmiş halde güzel bir kalple çekip gittin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
rouge et jaune
RandomBen sapsarıydım ilk görüşümde seni. Masumdum ama kırgındım; ruhunu toparlamayı henüz öğrenememiş, can kırıklarının cam kırıklarından daha fazla acıtacağına inanmayan güçsüz ama sapasağlam bir kazıktım. Sen ise apayrı, kıpkırmızı ve en tehlikeli tüm...