Unutamamak,
Ne komik şey, insan ne kolay unutur aslında! Dayak yer, acısını unutur, mutlu olur, dakikalar içinde sebebini unutur, yemek yer, açlığını unutur, acıkır, tokluğunu unutur, yeni birini bulur, sevdiğini unutur. Hayır, her zaman değil; aşık olmadıysa, unutur. Unutacağımı sanmıştım. Sarıydım ben, unuturdum. Bir kırmızıyı unutmak zor muydu? Hayır, değildi, öyleyse de olmamalıydı. Henüz karışmamışken biz birbirimize, seni kendime karıştırdığımdan haberin yokken gitmiştin ve unutamıyordum. Unutmak benden çok uzaktı. İçimde küçük bir kız çocuğu vardı çığlık çığlığa, güneşin altında çayırlara uzanmış gözyaşları yanaklarını sıcak sıcak ıslatan, bas bas bağıran bir kız çocuğu. Heyecanımı unutturmuştun önce bana. Gidişin bu küçük kız çocuğunun heyecanını çekip almıştı saf yüreğinden, çok sarı, biraz kırmızı, çok çocuk yüreğinden. Sürekli duyduğum özlem hem beni karamsarlaştırıyor, hem aklımda olan düşüncelerin günümü aksatıyor, gözümün önünden gitmeyen son sözlerin seni bir yerlerden bulup çıkartmak istememe neden oluyordu ama yoktun. Elimi attığım hiçbir yerde yoktun işte. Gidişinin kısa süreceği umuduyla devam eden uzun bekleyişlerim yerini kuru ve solgun göz altlarına bırakana kadar gözlerim ışıldıyordu, sonradan kırmızının ne olduğunu anlamaya başladığımı fark ettim. Ne yazık, sen giderken bunu anlamayacağıma gayet emin, kırmızını benimle birleştirmemeye kararlı çekip gitmiştin. Ben çoktan bulaşmıştım sana. Seni açamadan kendimi koyulaştırmıştım, ama bulaşmıştın sen de bana, ne çare buna?
Sonrası ne acı bir hikayenin ne acı onlarca bitişi bilmezsin. Herkeste seni arandım, haberim olmadan. Beni sevmek adına çırpınan her yürek, bana güzel sözler sıralayan her dudak ve bana sarılmak isteyen her kolda seni aramıştım. Seni unuttuğumu sanarak herkeste yaşatmaya çalışmıştım seni, nafile. Biri gidiyordu, biri geliyordu. Hiç anlayamamıştım neden gittiklerini, nasıl olsa arkaları kesilmiyor diye gitmelerine izin vermiş, yeni bir heyecana açmıştım her seferinde kalp kapaklarımı. Her seferinde birini içeri almış ve her seferinde birini çıkartmıştım. Kalbinde yaşayan tek bir kaçak dışında sistemim sürekliydi.
Ama sen, çıkmamıştın. Gizlenmiş, çıkarttığımı sanmamı sağlamış ve orada tüneyip sürekli büyümüştün. Neden gittiklerini biri söyledi bana, kendinden örnek vererek. "Bak şu haline!" dedi. "Ne varmış?" dedim. Soğuk biriydim, belki de mizacımı beğenmiyordur diye düşünmüştüm. Önce salındı uzun uzun, sonra işaret parmağını kaldırıp yüzüme yüzüme sallayarak bana bir şeyleri fark ettirmek ister gibi gürce konuştu. "Sen..." dedi. "Sen, farkında değil misin, herkesi değiştirmeye çalıştığının?" İnanmak istememiştim. Seni unutmuştum ben, bu soğuk mizacımı oturtan, kişiliğimin oluşmasını sağlayan önemli bir etkenden fazlası olmayan seni çok da kolay unutmuştum işte ama şimdi yakın bir zamanda çıkartacağımı bilerek kalbime aldığımı sandığım biri herkesi sana benzetmeye çalıştığımı söylüyordu. Kulaklarımı kapatmak istesem de günlerce bu düşünce aklımdan çıkmamıştı. Devamında benimle olmak isteyen herkese farklı bir gözde bakmaya başladım, yaklaşamadım; son sözlerini söyleyen o kızın da gidişiyle artık herkesten kendimi soyutlamıştım ve bunu fark bile edemiyordum. Senin yüzünden, yine aynı haldeydim, tekrar. Artık masum bile değildim. Masum değildim.
Ama ne vardı biliyor musun? Kırmızın beni gereğinden fazla koyulaştırıyordu. Tüm kalbimi kaplamıştı ve hayır, sark ve kırmızının karışımı gibi değildim artık; yavaş yavaş siyahlaşıyordum.
Simsiyahlaşıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
rouge et jaune
RandomBen sapsarıydım ilk görüşümde seni. Masumdum ama kırgındım; ruhunu toparlamayı henüz öğrenememiş, can kırıklarının cam kırıklarından daha fazla acıtacağına inanmayan güçsüz ama sapasağlam bir kazıktım. Sen ise apayrı, kıpkırmızı ve en tehlikeli tüm...