Tatmadığım duyguları şiirlerden, kitaplardan öğrenip kendi şiirlerimde kullanmayı severdim ben. Çok duygu bilmezdim: aile mutluluğu, annene duyduğun sevgiden çok şefkat, arkadaşların tarafından dışlandığında hissettiğin işe yaramazlık hissi, etrafındaki insanlardan daha iyi olduğunu düşünür gibi edindiğin çok da derin olmayan çocuk hırsı, belki. Bilemiyorum, adlarını bile bilemediğim o saf bir kalbe sahip tüm duygular bende toplanmıştı. İyi yazardım, hele de bilmediğim şeyleri çok iyi yazardım. Kendi kafamda pek de iyi olmadığım empatimle duyguların vereceği sevinçleri ve acıları şekillendirmeye çalışırdım. Ne komik, iyi olduğumu da düşünürdüm. Olmadığımı anlamam uzun zamanımı aldı. Seninle tanışana kadar bundan habersizdim. Birinin bana bu duyguları tattıracağını düşünmezdim, çocuktum, insanların üzüldüklerinde kendilerini yerlere atmaları bana fazla gelirdi. Abartı gibi, hoşlanmaz, tiksinirdim bazen. Gidişin hissedeceğimi düşünmediğim abartı duyguların ilkini hissetmemi sağlamıştı.
Özlem.
İliklerine kadar bir duyguyu hissetmek, vücudunun her gözeneğini dolduran bir şeyler düşünüyor olmak, sürekli aynı kelimeleri kafanda oynatıp durmak; benim saf kalbim için fazla iyiydi. Sen giderken söylediğin sözleri iyi hatırlamazsın ama ben sanki unutamayacağım bir duyguyu ilk kez beni yıkacağını bilmeden yaşayacağımı anlamış gibi aklıma kazımıştım söylediklerini. Hatırlatmam gerek, hatırlaman gerek çünkü. Beni nasıl suçlu hissettirdiğini bilmen gerek.
Ağlıyordum. Çok ağlıyordum çünkü kırmızına karışmak istediğimden sen beni şiddetle heri itiyordun. Anlam veremiyordum, şimdi anlıyorum beni kendinden neden uzak tuttuğunu, kirletmek istemediğini ama o zamanın çocukluğu olgunluğumu bile geçerdi. Ve ben öylece ağlıyorken, ki her ne kadar inanmasan da çok ağlayamam ben, sonunda geldin. Bu sefer hiddetle yükselttim sesimi. Kendi içimde büyük bir çarpışmadan fazlası değildi bu. Suçlu bile değilken suçluyordum seni. "Keşke beni ağlatan her şey yok olsa!" dedim sonunda.
Senden bahsetmiyordum, tek umrumda olan hareketlerindi, beni görmezden gelişine katlanamamıştım işte. Fazla üstelemedin. Biliyordun, gitmen gerektiğini, hem kendin için, hem de benim saf kalbimin saflığını korumasını istediğin için gitmen gerektiğini biliyordun. "Keşke..." dedin. "O zaman ben de olmazdım." Ve gittin. Bu kadardı tüm söylediklerin, bir daha dönmeyeceğine asla ihtimal vermemiştim. Sabah uyandığımda üzerimdeki bu ağırlığın sebebi tamamen bir gizdi benim için, hiç bilmediğim bir yorgunluk tüm bedenimde hakimdi. Dayanılmaz bir boşluk hissi yüzümü asıyordu habire.
Özlüyordum. Neyi, kimi bilmeden. Seni özlediğimi bilmeden özlüyordum. Her günün cehennem gibi olduğunu düşünüyordum. Çocuktum çünkü, abartı hiçbir duyguyu bilmeden en ağırından başlamıştım yaşamaya. Özlemin tüm bedenimi kasıp kavuran şehvetli bir ateşten fazlası, içimdeki tüm karanlık sokakları binalarımı ateşe vererek aydınlatmayı tercih eden tutsak bir kapandı. Bu dumanlar içinde nefes almayı mı unutuyordum, yoksa nefes almak çok mu zordu, bilemedim. Hayal kurmayı seven cıvıl cıvıl yüreğim her hayal kuracak olduğunda geçen günlerin korkusuyla bir daha geri dönmeyeceğin gerçeğine alışmaya çalışıyordu. Hayal kurmaktan nefret etmiştim. Üstüne üstlük benim bu yoğun nefret ve özlem arasında kalmış günlerim arasında senin hep refah içinde, bu halimden memnun hatta belki habersiz oluşunu düşlemiş ve içimdeki hırsı daha da arttırmıştım. Sadece kendimi düşünmüş, senin beni arkanda bırakmaktan mutlu olduğunu, belki de hepsi hakkında yanıldığımı ve beni umursamadığını, çoktan unuttuğunu düşünmüştüm.
Yanılmıştım ama çocuktum.
Çocuktum ve özlemi kaldıramıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
rouge et jaune
RandomBen sapsarıydım ilk görüşümde seni. Masumdum ama kırgındım; ruhunu toparlamayı henüz öğrenememiş, can kırıklarının cam kırıklarından daha fazla acıtacağına inanmayan güçsüz ama sapasağlam bir kazıktım. Sen ise apayrı, kıpkırmızı ve en tehlikeli tüm...