Çarşamba
LucyBiri bana sorsa yalan söyler ve ona dedektifliğin de diğer bütün meslekler gibi olduğunu anlatırdım. Bir sürü sıkıcı iş ve arada sırada da biraz heyecan işte... Oysa gerçekte dedektiflik dünyadaki hiçbir mesleğe benzemezdi. Onlarla arasındaki tek benzerlik bu meslekte iyi günler ve kötü günler olduğuydu ama bu meslekteki kötü günler gerçekten ama gerçekten destansı kötülükteydi. Bu meslekteki kötü günler, çürümeye başlamış bir cesedin yanında dikilirken, kendini kusmamak için zor tutarak geçerdi. Bu mesleklerdeki kötü günlerde, gecenin bir yarısı, hiçbir görgü tanığının olmadığı boş sokaklarda rastgele şiddet suçları işlenirdi. Bu meslekteki kötü günler kontrolden çıkmış aile içi tartışmalar, pislik içerisindeki kiralık odalarda ölüp gitmiş uyuşturucu bağımlıları, sadece koku dayanılamayacak kadar iğrençleştiğinde komşuların hatırına gelen yatalak hasta yaşlılar demekti. Kaç günümün kötü sayılabileceğini hesaplamaya cesaret edemiyordum ama içimden bir ses bu hesabın sonucunun hiç de hoşuma gitmeyeceğini söylüyordu. Ama idare ediyordum işte; bununla başa çıkabiliyordum.
Ne var ki, yeni davamla başa çıkabileceğımden emin değildim. Daha doğrusu yeni patronumla... Bütün günlerim kötü geçse, her dakika cesaretim biraz daha kırılsa da dayanabilirdim ama bu başkaydı. Gözlerimi camdan dışarıya dikmiş yanımda oturan sürücüyü yarım kulakla dinlerken, o an başka bir yerde, başka birisiyle olmayı diliyordum. İşim konusunda isteksiz olmak bana göre değildi ama içinde bulunduğum durumun da hiçbir olumlu yanı yoktu. Karşılaşmak istemediğim bir olay yerine doğru ilerliyordum ve hemen yanımda ekibe yeni katılan iki müfettişten biri olan John oturuyordu. O ve diğer yeni müfettiş Keith daha önce de patronla birlikte çalışmışlardı ve görünüşe bakılırsa tek ortak noktaları da buydu. Keith biraz kasvetli bir tipti ve yüzü de kıyafetleri gibi kırışıklar içindeydi. Josh ondan daha gençti ve hastalık derecesinde çalışkan ve son derece agresif olmasıyla ünlüydü. Ben ise şimdilik onun hızlı araba kullanmaktan, soft rocktan ve kendi sesini duymaktan hoşlandığını söyleyebilirdim.
Genç dedektiflerin kendisine cevap vermesini hoş karşılamadığı söylenirdi. Iştekiler ona dikkatli davranılmasını tavsiye ediyorlardı. Çaktırmadan ona baktım. Trafiğin tıkadığı Londra sokaklarında biraz zaman kazanmaya çalışmıyor da bir bilgisayar oyunu oynuyormuş gibi küfürler ederek direksiyonu tek eliyle bir sağa bir sola çevirip duruyor, bir gaza bir frene yüklenerek ilerliyordu. Araba radyodan yükselen sıkıcı ve karaktersiz müzikle iniyordu. Josh beni hiç tanımamasına rağmen orada olmamdan hiç rahatsız görünmüyor, arada sırada da radyoda çalan şarkılara eşlik ediyordu. O şu anda dünyada varlığımla tedirgin edebileceğim son kişiydi. Ben ekipteki en genç ve kıdemsiz dedektiftim; o ise meslekteki on beşinci yılını tamamlamış bir müfettiş.
Aslında kendimi onunla ilgili söylentilere fazla kulak asmamaya hazırlamıştım. Dedikodulardan, dış görünüşüme, uzun boyuma, gençliğime ve adıma bakılarak ortaya atılan yalan yanlış söylentilerden ben de çok çekmiştim. Bu yüzden baş müfettişin çağrısı üzerine ofisine gittiğimde, içeride bizleri patrondan ayıran cam duvara yaşlanmış bekleyen Josh'ı görmek beni korkutmadı. Oysa bu kadar saf olmamalıydım. Benim kadar deneyimsiz biri bile baş müfettiş gözlerinin içine bakmadığında endişelenme vaktinin geldiğini bilirdi.
*Josh'la tanışmadınız, öyle değilmi Lucy? Aldığımız yeni davanın başına o geçiyor. Bu bir tür çifte cinayet işi.*