Yazacağımdan umudu kesmeden hep beklediler ve yaz dediler diye; sahilkaranfili 'ne, gelbikahveyapayim 'a ve Lego'ya. 💛💙💜
*Hiçbir şey olmadı ve her şey başlangıç kadar güzel.
Arkadaş Z. Özger (Cavit Kürnek'e yazdığı mektuplardan*)Her şey bir anda oldu.
Yediverenler açtı. Her bir kolu bambaşka renkte uzayıp dağılıyordu. Ucuna kurdela bağlı balonlar, yediverenleri selamlayıp göğe uçuyordu. Bir, iki, üç, dört ve yedi... Tüm bunların sebebi; yeri ayağımızın altından çeken o sulardan içmek değil, fani yaşamın temel gereksinimlerini unutmak da değil, hele hele çok çalışmak hiç değil!
Tüm bunların sebebi Tuna Günışık'tı...
Ancak bu oyunun kendisi hainken oyuncusunun olmaması abesle iştigal olurdu. Uçurduğu tüm balonların diyetinde, tam da dünyanın merkezinde, yangınlar başlatıyordu. Her şey öyle kontrolündeydi ki alevlerin ne zaman yükselip, boğacağını; ne zaman alçalıp, söneceğini o söylüyordu. Bazen yüzünde, seni bu yangından ancak ben kurtarabilirim diye çağlayan tehlikeli bir gülüş peydah oluyordu. Ve bu tehlikenin bilincinde, ancak tam bir budala gibi pervanesi oluyordum. Hiç bilmiyordum, ne garipti; tutkunun cehenneminden nasıl geçilirdi ki?
Her şey bir anda oldu.
Hiç hesapta yokken, bir gece; güne bulandım.
*
Başım çatlayacak gibi ağrıyordu, ayakkabılar ayağımı vurmuştu ve mesaimin bitmesi için Dünya'nın kendi etrafındaki dönüşünü tamamlaması gerekiyordu. Sıkıntıyla iç geçirdim.
Biricik patronum, canımın içinin içinin en içi Şebnem Hanım'ın yarınlar yokmuşçasına önüme yığdığı işler zaptedilmiş, küçük küçük karelerin birleşerek kocaman kocaman yazılar ettiği ekranda "1 Yeni E-posta" simgesini yandıra söndüre disko toplarına benzettiği o işlerim bozguna uğratılmıştı.
Akrebin ve yelkovanın koşturmacası gece yarısını geçtiğimizi işaret ederken son kontrollerimi yaptım. Bu saatten sonra elimde kalan işler, her gecenin rutinleri dışındakiler yani, VVIP bir konuğun karşılanması ve odasına yerleştirilmesiydi. Bu şu demek oluyordu; kendimi, önümüzdeki iki saat boyunca Ortadoğu ve Balkanların en harika Bar Kaptanı'na emanet edebilirdim.
Telefonumu ve ne olur ne olmaz diye tabletimi elime alıp personel asansörünün yolunu tuttum. Asansöre binip en üst katın düğmesine bastım ve beklemeye başladım. Sabırsızlandığımdan mıdır, nedir, asla Çatı'ya varamadım.
Asansör melodisini mırıldanıp dümdüz dikilmekten sıkılıp aynaya döndüm; dişlerimi kontrol ettim, makyajımın akan yerlerini temizledim, topuzumdan firar eden kronik asileri yerlerine zımbaladım.
En sonunda Çatı katına geldiğimizde seslice nefes alıp verdim; bu asansörü acilen değiştirmeliydik.
Asansörden inişimin ardından kaçan ilmekten sökülen bir ip gibi yolumu, gözüm kapalı, buldum. Gözüm kapalıydı çünkü bu gece ünlü bir sanatçı Çatı'da konserdeydi, ışıkların tamamı sahneye dönüktü ve herkes pür dikkat onu dinliyor bazı bazı da eşlik ediyordu. Çalan şarkının tanıdıklığı dudaklarıma keyifli bir gülümseme yerleştirdi.
"Yine hangi hülyalardasın Güvercin?" sesi ile kendime geldim.
Tüm yoğun gecelerimizde olduğu gibi, hem de biraz da canı istiyor diye tezgahın arkasındaydı; işte karşımızda Ortadoğu ve Balkanların en harika Bar Kaptanı.