33.BÖLÜM

1.3K 46 8
                                    

Fırat:
"Nasıl olur bu? Sen beni nasıl görebilirsin ki?", diye kendi kendine söyledi.
Videoya tekrar baktı. Biraz daha izledi. Hatırlamaya çalışıyordu olanları, nereden çekildiğini. Ana yola baktığı zaman orada duran araç onundu demek ki. Şimdi hatırlamıştı. Bacağına vurarak:
"Hay ben böyle işin!...", dedi.
"Demek o sendin ha Cahit! O yüzden yanıma gelip, Hamza ile aran nasıl diye sordun! Bilisin sen her şeyi. Sen... Sen...", sustu.
Hemen Cahit'i aradı. Telefonun açılmasını bekledi. Ulaşılamıyordu.
Fırat sinir küpüne dönmüştü. Bu iş içinden çıkılamayacak bir hale gelmişti. Acaba Cahit onu ne ile tehdit edecekti bu video için. Fırat:
"Yine neyin peşindesin sen Cahit? Yine ne yapmaya çalışarak beni oyunlarına âlet etmeye çalişisin? Ama sen dur. Bu sefer oyuna gelen ben değil, sen olacaksın."
Tekrar aramayı düşündü. Sonra vazgeçti. Ne yapacağını bilmeyerek odasına gitti.

Cahit telefonu elinde döndürüyordu. Elzem de yanındaydı. Cahit camdan dışarı pis pis bakıyordu. Elzem videoyu bir kaç kere daha izledi. Hâlâ gözlerine inanamıyordu. Elzem:
"Abi bu gerçek mi? Fırat nasıl böyle bir şey yapar aklım almi! Ne oldu da Hamza'yı nehire attı?", diye sordu.
Cahit:
"Sebebini ben de bilmim. Benim de aklımda olan tek soru bu. 'Neden böyle bir şey yaptı?'. Aklıma bir sebep gelmi. Ama elbet çıkar kokusu... Demek ki Hamza Fırat'ın damarına epeyi bir basmış, ki Fırat bu raddeye gelmiş."
"Hâlâ şoktayım gerçekten. Aralarında uzun süredir bir şey yoktu. Yani en son Hamza Dicle'yi boğmuştu, buydu yani."
Cahit şaşkınca arkasına dönerek:
"Ne boğması?"
"Sen bilmisin tabiî. Sen hapisten çıkmadan önce, Hamza Dicle'yi boğmuş. Ben de ondan önce kendimi vurmuştum zaten. Sadece bildiğim boğması. Zaten ondan sonra bu konu hiç açılmadı zaten."
"Peki nehire atmasının sebeplerinden biri de bu olabilir mi?
"Zannetmim."
"Niye?"
"Niyesi mi var abi! Arasından ne kadar zaman geçmiş görmi misin? Böyle bir şey yapmak istese, daha önce yapardı bunu. Daha farklı bir sebep var ama ne? Neyse ben yakında öğrenirim."
"Nasıl ögrenecen?"
"Sen sadece izle ve gör abi. Gerisini sadece bana bırak. Ben her şeyi hallederim."

Ertesi sabah Harzemşahlar Hamza'nın konakta olmadığından habersiz bir şekilde güne uyandı. Hacer yine sofrayı krallar sofrası gibi donatmıştı.
Herkes teker teker yemeğe indi. Sadece Hamza'nın sandalyesi boştu. Kendal ağa:
"Hamza nerede?", diye sorunca bütün gözler Fırat'a çevirildi. Şilan:
"Dur ben odaya bi bakayım baba.", dedi ve sofradan kalkıp Hamza'nın odasına gitti.
Yatağın öyle düzeltilmiş bir halde görünce duraksadı. Dışarı tekrar baktı. Bir şey bulamayınca tekrar avluya indi. Şilan Hacer'e:
"Hacer abla abimin yatağını sen mi düzelttin?", diye sordu. Hacer:
"Yok! Hamza beyim konağa bile gelmedi. Ben onu hiç görmedim."
Kendal ağa:
"Ne demek görmedim. Emin misin sen Hacer?"
"Eminim ağam. Hamza konağa hiç gelmedi. İstersen korumalara sor.", dedi.
Kendal ağa resmen sofradan fırladı. Kapının önündeki korumlara Hamza'yı sordu. Onlar da bilmediklerini ve görmediklerini söyledi. Kendal ağa kuşkulu bir şekilde avluya geldi. Nazgül Hanım:
"Korumalar ne dedi Kendal?"
"Yok! Konağa bile uğramamış.", dedi.

Şilan:
"En son Hamza abim Fırat abimin yanına gidecekti.", dedi.
Şilan'ın bunu demesiyle birlikte bütün gözler Fırat'a doğru çevrildi. Fırat içinden yalanlarını kurgulamıştı bile. Kendal ağa:
"Fırat? Hamza nerede?", diye sordu.
Fırat:
"Bilmim."
"Ne demek bilmim. Hamza senin yanına gelmedi mi?"
"Hayır!"
Şilan:
"Abi ne demek hayır! Konuştunuz ya siz. Hatta sen demişsin tekneyle açılacam, gel teknede konuşuruz diye"
Fırat:
"Hamza ne benim yanıma geldi, ne de onu gördüm. Evet onu çağırdım ama gelmedi. Bekledim hatta uzun süre bekledim. Baktım ki artık gelmi, dedim en iyisi eve gidem eve gelince konuşuruz. E baktım evde de yok. Nerede peki bu çocuk?", dedi.
Fırat'ın böyle konuşması herkesin aklında soru işaretleri kalmasına sebep olmuştu.
Kendal ağa:
"En iyisi ben bunu arayayım. İçimden bir ses diyi ki Hamza'nın başına kötü bir şeyler geldi."
Nazgül Hanım:
"Allah korusun."
Kendal ağa Hamza'yı aradı. Ulaşılamıyordu. Bir kez daha aradı, tekrar ulaşılamadı.
Kendal ağa:
"Nereye gider bu çocuk ya?", diye söylendi.

Dicle Fırat ile olan resimlerine bakıyordu. Parmaklarıyla Fırat'ın resmini okşuyordu. Ne güzel anılardı, ne güzel günlerdi. Yalansız dolansız... Ne olacaktı peki? Fırat'ı affedebilecek miydi?
İçinden bir ses 'evet' der gibiydi. Ama bir yanı da 'hayır' diyordu. Fakat baskın olan taraf hep evet idi. Karamsar bir şekilde telefona bakmaya devam etti.

Fırat'ın telefonu çaldı. Arayan Cahit idi. Üst kata çıktı. Kimsenin olmadığından emin olmak için kapıya tekrar baktı. Telefonu açtı ve sinirle:
"Neyin peşindesin lan sen? Amacın ne oğlum senin?"
"Sakin ol Fırat! Hemen celallenme. Bu ne sinir böyle. Ben seni anlaşma yapmak için aramıştım aslında."
"Ne anlaşması? Hayatta en son yapacağım şeydir senle anlaşma yapmak! Yine ne rüşvet teklif edeveksin?"
"Şşşş... Öyle büyük konuşma Fırat efendi. Buna mecbur olduğunu ikimiz de iyi bilik bunu."
"Söyle!"
"Elzem ile evleneceksin!"
"Ne?"
"Duydun işte. Bacıma resmi nikah kıyacaksın. Böylelikle her şey çözülmüş olacak. Hem... Karnında senin bebeni taşi daha ne olsun!"
"Cahit!"
"Konuşma. Bir açıklama yapmana gerek yok. Ben sadece senden evet ya da hayır cevabını beklim. Tabi hayır deme gibi bir lüksün yok."
Arkadan Elzem konuştu:
"Abim doğru söyli Fırat."
Fırat dehşet içerisinde:
"Elzem?!"
"Elzem ya... Oyun daha yeni başli Fırat. Dikkatli ol."

Bir bölümün daha sonuna geldik.
Sizden ricam oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.
Sağlıcakla kalın.

DİCLE VE FIRAT #WATTY2020 (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin