CloveLee:
Protea gücün simgesidir. Otoritenin, dayanıklılığın ve karşı konulmazlığın. Sana bu çiçeği vermeyi hiç düşünmemiştim. Görüntüsü pek hoşuma gitmemişti alırken. Neden bilmiyorum, ama yinede almıştım.
Sen.. Çok üzgündün. Zaman geçti üzerinden. Çokça zaman geçti. Kimine sorsan belki dün gibiydi ama ben senin üzüntün geçene kadar sonsuzluğu yaşadım. Hoş, hala emin değilim ne kadar mutlu olduğundan. Bildiğim tek bir şey var oda sensiz benim mutlu olamayacağım.
Bencillik yapamam. Konuyu hep yaptığım gibi bu sefer kendime döndürmeyeceğim.
Çok üzgündün. Beraber oturduğumuz ağacın altında seni omzuma çekmiştim. Kafan göğsümdeyken bir elin ensemdeki saçlarımda diğeriyse karnımdaydı. Karnımda olan elini bileğinden okşadığımı hatırlıyorum. Bekliyordum. Seni bu kadar üzen şey neydi, onu söylemeni bekliyordum. Benim arkadaş grubumlaydık. Arkadaşlarım seni çok severdi. Tatlıydın, güleryüzlüydün ve şakacıydın. Bazen beni sinirlendirip daha sonra ise tek bir hareketinle çözüşünü komik bulurlardı. Kalbimi titretişini, seninle konuşurken gülümseyişimi ve dilimizi unutup kekelememi. Sen komik bulmazdın pek, ama yine de beni böyle aşıkken görmek hoşuna giderdi.
O gün, garip bir muhabbet dönüyordu hep buluştuğumuz parkın çimenlerinde yedi kişi otururken. İçki içiliyordu, ben sen varken hiç içmezdim. Sen içmeyi sevmezdin, benim içmeme laf söylemeyeceğini biliyordum ama, içten içe bana bakıp içmememi söylemek istediğini fark ederdim. Sen bunu söylemek zorunda kalma diye hiç içmedim.
Omzumdan kalktın, biraz önümüzdeki poşete doğru uzanırken kaşlarımı çatıp karnımdaki elini tuttum. Ne yapıyorsun? Diye sorduğumda omuz silktiğini hatırlıyorum. Ağlayacak gibiydin, konuşmak istemiyordun. Dudakların titrerken içerisinden bir şişe aldın ve elin açmak için uç kısmına gittiğinde tekrar omuz silkip eğdiğin kafanı salladın.
Bilmiyorum, derken dudakların titredi. Görmedim, ama sesinin çatallaşmasından belliydi. Biraz öne doğru eğilip şişeyi senin için açtım. Sana vermek için uzattığımda elin titredi, kafanı kaldırmadın ve şişeyi elini ayırmadan önündeki çimenlere bıraktın.
Biraz uzaktaydık diğerlerinden, bizi fark etmedikleri belliydi. Eğdiğin kafanı tutup kaldırdım ve gözlerimin içine bakmanı sağladım. Dolu gözlerindeki yaşlar tek bir kırpma hareketini beklerken öptüm titreyen dudaklarını. Şişeyi bıraktığında eğilir gibi oldu, ben tuttum düşmesin diye. Öpüşüme karşılık verirken kapattın gözlerini, yaşlarının tuzlu tadı geldi ağzıma. Kendini nefes almak için çektiğinde ayırmadın alnını benimkinden.
Özür dilerim, diyip gözyaşlarını sildiğinde kalbim tekledi. Nefes alamadım, karnım karıncalandı. Tanrı biliyor ya, o gün bir şeyler kırıldı içimde. Seninkine denk değildi belki ama yinede hissettim o saf, hiç bir şey yapamamanın çaresizliğini. Hiçbir şey yapamadım. Sadece çektim gözyaşlarını sildiğin elini yüzünden ve kendiminkine kenetledim. Dudaklarımızı tekrar birleştirdiğimde çok naziktim, öyle ki dokunamadım bile korkumdan yüzüne.
Yapamadığımı anladın, şişeyi tutan elimi çektin ve kendin koydun yanağına. İçki döküldü, yarısı toprağa karışıp geri kalanı dizlerimize kadar ulaşırken umursamadım, kaldırmaya çalışmadım. Elim olması gereken yerdeyken sende istemedin bozmayı, ıslanan dizlerimizi sende takmadın. Elini enseme daldırıp saçlarımla oynarken seni daha çok öpmek istedim. Çok istedim ancak sen ağlarken bunları düşünmek canımı yaktı. Bu yüzden kendimi çektim ve dökülen şişeyi kenara bırakıp eski halimize dönmemiz için bileğinden tutarken ağaca doğru kaydım. Tekrar buldun göğsümdeki yerini, bense bileğini."Özür dileyeceksen şayet, kendinden dile Donghyuck. Gözyaşlarını akıttığın için, kendini üzdüğün ve istemediğin bir şeyi yapmak zorunda bırakıldığın için." dedim dökülen şişeye göz ucuyla bakarken. Başını sallayıp daha çok sokuldun göğsüme ve ben senin nefes alışverişini dinledim dönen garip muhabbet yerine. Ta ki nefeslerin düzene binip, karnımda daireler çizen parmakların durana kadar. Boynun düşmesin diye biraz daha eğildim, dizlerini bacağımın üzerinden atıp kucağıma yerleştirdim seni. Çimenler soğukken rahat uyuyamazdın, soğuktan nefret ederdin sen. Kollarımı sıkıca etrafında sardığımda bunu bekliyormuş gibi yerinde biraz daha yayıldın ve burnunu sürttün boynuma. Teşekkür ederim Mark. Her şey için, diyişin hala kazılıdır aklımda.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hanakotoba✴ -Markhyuck
FanfictionKaranfil, antik yunanda tahta geçme ayinlerinde taç yapılırken kullanılırdı Donghyuck. Sen kendininkini neden takmadın? 27/10/19