TANIŞMA

42 2 0
                                    

Yıldızsız karanlık bir gece, sessizce kıyıya vuran dalgalar ve ben. Yine burdayım işte. Burda sabahladığım kaçıncı gece bilmiyorum.

Onunla da hep buraya gelirdik. Şimdiki oturduğum bankta oturur, bazen güneşin batışını bazen de, martıların sesini dinlerdik. Ve bana bakardı. Huzur dolu, umut dolu, aşk dolu bakardı. Onun bakışı içimi ısıtırdı.

Hep el ele tutuşurduk. Çünkü peygamber efendimiz "el ele tutuşan eşlerin günahları, parmakları arasından dökülür" demişti. Bu müjdenin bilinciyle ellerim elinde gözlerim helalim olan o gözlerde ve huzur ve mutluluk hep bizimleydi.

Hava çok soğuk sanırım. Bedenim titriyor fakat içimdeki yangın üşüdüğümü hissedemeyeceğim kadar yakıyor ruhumu.

Sabah ezanı okunmaya başladı. "Es salatü Hayrun minen nevm" diyen müezzin namazın uykudan daha hayırlı olduğunu haykırıp, uyumakta olan milyonlarca müslüman yüreği namazın esenliğine davet ediyor.

Bu davete elbette icabet edeceğim. Fakat ruhumu yakan bu zamansız ayrılıktan dolayı, bir türlü kapanmayan gözlerim uykunun nefse verdiği hazza rağmen, güçlü imanın bir tezahürü olarak açılan gözlerle, aynı lezzeti alabilecek mi? İşte onu bilmiyorum.

Bir safı doldurmayan bir cemaatle kıldığımız namazdan sonra müezzinin okuduğu Kur'an ruhumu dinlendirdi adeta.

Karanlık ufuklar, doğan güneşle yeniden aydınlanıyor. Benim içinse uykusuz bir gece daha sonlanıyor. Bu günlerde, bu çok fazla oluyor. Uyuyamıyorum. Korkuyorum uyumaya. Bedenim bu duruma isyan etse de yüreğim yanıyor ve bu ateş bedenimin hiç bir ihtiyacına karşılık veremeyeceğim kadar sarıyor beni.

Bir mimarlık ofisinde iç mimar olarak çalıştığım, ve müşterilerimiz gün ortası ve ya akşam saatlerinde geldiği için, iş yönünden rahatım. Oturduğum rahat koltuk da beş on dakikalık uykular için ideal bir yer.

Yine en erken ben geldim sanırım. Oysa eskiden, yani tatlı bir öpücük ile uyandırıldığım zamanlar hep geç kalırdım. Nasıl geç kalmayayım ki önce dudaklarıma tatlı bir öpücük kondurur sonra "hadi uyan yakışıklı yoksa gideceğin bir işin olmayacak ve o çok sevdiğin sucuklu yumurtadan kalmayacak" derdi. Bende hemen onu tutup yatağa atardım ve hasretle öperdim. Dakikalarca öperdim. Sonra birden kalkar mutfağa koşardım. O da hemen arkamdan gelir karşıma dikilir ve kaşlarını yukarı kaldırıp, kafasını iki yana sallayarak, "önce banyoya" derdi. Sonra benim aldırmadığımı görünce, "hadi aşkımm" diye ısrar ederdi. Peygamber sünneti olduğu üzere ellerimi yıkar, kahvaltımı yapar işe gitmek için kapıya çıkardım. Beni uğurlarken, "hadi yakışıklı seni çok sevdiğimi unutma olur mu" der, eliyle kalp yapar ve bay bay ederdi. Ve bu istisnasız her gün olurdu. Sonra saate bir bakardım yine geç kalmışım. Patron görmesin diye saklanarak girerdim ofise.

Artık ne tatlı bir öpücük, ne uyuduğum bir yatak, ne de aşkıyla huzur bulduğum bir eşim yok. Bir birimizi çok sevmemize rağmen, hiç ayrılmayacağız dememize rağmen, aşk yeminleri etmemize rağmen yok. Yok işte.

Bir kaç defa dışarda kaldığım için temizlik görevlisinden ofisin yedek anahtarını almıştım. O anahtarla kapıyı açıp direk koltuğuma geçtim. Sabahın dördünde, beşinde aklım ne zaman eserse buraya geliyor, kendimi işe vererek bu zamansız ayrılığın yaralarını sarmaya çalışıyorum.

Masanın üzerinde duran ve üç haftadır tamamlayamadığım projeye takıldı gözüm. Bayan bir müşterimiz yeni açacağı kafe için iç mekan tasarımı istemişti. Artık bunu tamamlamalıyım diye düşünerek kalemimi aldım. Bu kez de hasret dolu gözlerle kaleme bakmaya başladım. Bu kalemi eşim hediye etmişti. "Yakışıklım" demişti, "bu kalem ile öyle projeler çiz ki, aşkını kalbime çizdiğin gibi ve o çizgilerle mutluluk var ettiğin gibi huzur kokan, aşk kokan, mekanlar var olsun".

KALBİMDEKİ SIZIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin