Kitaba başlarken şöyle bi planlama yapmuşım ama ne diyor şu an hiçbi fikrim yok
Japonyada, Eijirou ve Katsuki'nin evlerinin dibindeki daimi marketlerinde olmam için hiçbir sebep yoktu ama yine de oradaydım, şu küçük 1 liralık cocopopslardan alıyordum. Aslında Nesquikçiyimdir ama naparsın, hayat işte.
Serviste şöföre çaktırmamaya çalışarak arkadaşımla onları yemeye bayılıyoruz, bu yüzden genelde haftada bir, bir sürü alıp her gün okula bir paket götürürüm.
Sonra diyorum nerden geliyor bu kilolar.
Bu sefer de, elime kaç paketin sığacağını test ediyordum ama Eijirou'yla göz göze gelince parmaklarımın arasına sıkıştırdığım 13 adet paket yere yuvarlanıverdi.
Şaşkın değildim aslında, nası olsa bu anı hayal ederek uykuya daldığım gecelerim vardı, ertesi günkü kimya sınavını ya da ilk 5'ine asla giremediğim basketbol takımımla gideceğim ilçe turnuvasını hiç mi hiç umursamadan.
Ben şaşırmış rolü yapmalıydım tabii, ama Eijirou'nun yüzüne hükmeden dehşet çok daha komikti. Tanrı falan olduğumu düşünüyor olmalıydı.
"İrimi?" diye mırıldandı emin olamamış gibi, yumurta, kabartma tozu ve kakao taşıyan market arabasını bırakıp yanıma gelmişti bile. Anlaşılan yakında evde kek pişecekti. Şanslılar, keşke bize misafir falan gelse de annem bir şeyler yapsa. Öbür türlü imkansız.
"İrimi'nin yeğeni falan mısın?" dedi bana, ne alaka kardeşim-
Oh.
Tabii, onlar için yıllar geçmiş, önce mezun, sonra profesyonel kahraman olmuşlar, birlikte ajans kurmuşlardı. Gözlerim yaşarıyordu doğrusu, ne hızlı büyüyorlar.
Onların tersine benim için değişen pek bir şey yoktu. Eijirou'ya maili atmamın ardından 3 günden fazla geçmemişti. Yine yatağımda oturmuş, tam olarak gecenin 2.14'ünde bunları yazıyordum. Hâlâ Eijirou'nun yıllar yıllar önce, lisede benim yaşlarımdayken havaalanında karşılaştığı kız gibi görünüyordum. Tek fark, hafif kepçe kulaklarımın üstüne, her ne kadar herkese yeşil olduklarını iddia etsem de sadece açık kahverengi olduklarını bildiğim gözlerimin önüne eklenmiş Harry Potter stilindeki gözlüktü.
"Hayır hayır," derken güldüm. "Ben İrimi'yim."
Onlarla ilgili kısa hikaye okurken hissettiği garip korku onu yeniden bulmuş olmalıydı ki, gözlerini fal taşı gibi açmış, onun iri yarı ve kaslarla çevrelenmiş yetişkin vücudunun yanında pek minik kalan bedenime hayret ve dehşetle bakıyordu.
"Düğün hazırlıkları nasıl gidiyor? Katsuki'yle damatlıkların rengine karar verebildiniz mi?" dedim ortamı yumuşatmak için, onunla gerçekten zaman geçirmek istiyordum ama anlaşılan bu onun saksıyı daha da karıştırmaktan başka bir şey yapmamıştı. On küsür yıldır görüşmediğin birinin nişanlınla kimseye bahsetmediğin kavganı bilmesi epey garipti tabii.
"Sen nasıl-"
"Kanka 'sen nasıl-' falan olmuyo aştık artık bunları ya." dedim göz devirirken. Zaten normal bi şey olmadığımı biliyosun kardeşim ne şaşırıyorsun? Sinir ediyor böyle şeyler beni, ölümsüzüm diyen karakteri öldürmeye çalışan aptal anime karakterleri geliyor aklıma. Ölümsüz karakter de sonra ölüyor bu arada, anime mantığı işte. "Klimaya dikkat et."
"İrimi, neler oluyor? Ne klimas-" derken onu erkeksi kolundan kavrayıp kenara çektim çünkü birkaç salise sonra tam durduğu yere klima düşeceğini biliyordum.
Çünkü zaten ben yaptım, anlarsınız ya. Ben öyle istedim, oldu. Cıvataları yeteri kadar sıkmamışlar, ne bileyim.
Zavallım ya. Biraz önce durduğu yere öyle korkmuş bakıyordu ki; geleceği gören, Katsuki'yle kendisi hariç kimsenin bilmediği damatlıkların rengi kavgalarını bilen, ona göre 10 küsür yıldır azıcık bile yaşlanmamış bir varlık olan bana cin kovma duası falan okuyacaktı herhalde. Öyle bir şey var mı, bilmiyorum, googlellamaya da üşeniyorum.
E baktım bu dondu kaldı, yerden cocopopslarımı toplayıp bir "Neyse görüşürüz" fırlattım. Gidip benle karşılaşmasını heyecanlı heyecanlı Katsuki'ye anlatışını yazmak istiyordum. Belki korktu diye biraz sarılırlardı, aww.
Ama tabii ki her dramatik anime sahnesindeki gibi bileğimden yakalayıp korkusunu yenmiş olmalı ki duyduğum en erkeksi, dominant ve ciddi tonla "Nesin sen?" dedi. Senin seslendirmenine kurban olurum çocuk.
"Ne miyim?" dedim, tanrıyım falan deyip Kira ayakları çekmek istiyordum ama pek havada değildim. Cocopops pakedini açıp ağzıma bir avuç çikolata toplarından attım, her gün bunlardan yiye yiye ağzım çikolata doluyken konuşabilme yeteği kazanmıştım.
"Ben normal, liseli bi kızım. Herhangi bir özgünlüğüm yok. Benim ne olduğumu değil, kendinin ne olduğunu sorgula sen bence."
Daha benim 3, onunsa 2 boyutlu olduğunu fark edemiyordu bile. Belki de o da beni benim onu gördüğüm gibi 2 boyutlu görüyordu, kim bilir.
Eijirou'yu, aşırı tatlı kafası karışmış yüz ifadesiyle orada bırakırken, adımlarımı kasaya yönelttim. Bir yandan da ağzımdaki çikolata toplarını çatur çutur kırıyordum. Sakız şapırdatmak gibi, ama daha havalı.
"Keki yakacaksın ama Katsuki yine de hepsini yiyecek. Ve tadına bayılacak. Ona selam söyle." diye seslendim ama Eijirou düştüğü dehşet tarafından esir alınmışken beni pek duyamıyor gibiydi.
Ah be gülüm, böyle cool cool gidiyorum ama sana nasıl yanık olduğumu bir bilsen. Crocs'una gurban.
Bu yazım tarzını baya sevdim jswjfkgk çok güzel boş atılıyor
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çetele
FanfictionKulağa hangisi daha güzel geliyor, Kirishima Katsuki mi, Bakugou Eijirou mu? Bakugou'nun aklına takılan bu soruyu yanıtlamanın yolu, insanlara sormak ve çetele tutmaktır. Kirishima'nın haberi olmamalı tabii, bu sadece arkadaşlıklarını garipleştirir...