1
Yakaladığı arıların kanatlarını koparıp onları bir kibrit kutusuna koydu. Bu şekilde arıları dövüştürüyor ve keyif alıyordu. Her türlü börtü böceği yakalayıp işkence yapmak hobisi haline gelmişti. Onun bu halini gören arkadaşları -akılları duruma pek ermediğinden olacak- ses etmezlerdi. Birkaç kez onun bu halini gören komşuları durumu ailesine haber vermişti. Babası duruma kayıtsız kalıyordu. Annesi ise oğlunu alıp nedenini sorduğunda Burak " Sadece oyun oynuyorum." diyordu. Neyse ki okula başladıktan sonra bu alışkanlığı sona ermişti. Bazen sınıfındaki kızlara sataşıyor, onlara vurup kaçıyordu. Zeki bir çocuk olmasına karşın derslere pek alaka göstermiyordu. Teneffüslerde sınıftan ok gibi dışarı fırlayıp arkadaşlarıyla oyunlar oynuyordu. Bir gün arkadaşlarından birine çelme takıp kaşının yarılmasına neden olmuştu. Sınıf öğretmeni annesini okula çağırdı. Burak'ın davranışlarının normal olmadığını, bu durumun aile içinde yaşanan bazı sıkıntılardan kaynaklanabileceğini söyledi. Annesi ise Burak'ın tek çocuk olduğundan böyle davranışlar sergiliyor olabileceğini söyledi. " Her zaman ele avuca sığmaz bir çocuk oldu. Aslında çok akıllıdır. Henüz alışamadı herhalde." diyordu. Burak'ın annesi Nalan 29 yaşında kumral hafif toplu bir kadındı. Suratında yılların verdiği yorgunluk ve bıkkınlık hissi onu olduğundan yaşlı gösteriyordu. İlkokul mezunuydu. Eşi Mehmet ile 8 sene önce evlenmişti. Çalışmıyordu. Gününü ev işleriyle geçiriyordu. Kalan zamanında televizyon programları izliyordu. Görücü usulü evlenmişlerdi. Eşi askerden dönünce onu istemeye gelmişlerdi. Mehmet ise belediyede işçi olarak çalışıyordu. Askerden döndüğünde bir süre taksicilik yapmıştı. Ardından bir tanıdığı aracılığıyla bu işi bulmuştu. Sekiz yıldır çocuklarıyla birlikte mutlu bir hayat sürüyorlardı. Oğlunun bu davranışlarının üzerinde durmazdı. "Büyüdükçe akıllanır." diyordu. Burak ortaokulu bitirdiğinde lise tercihlerini şehir dışından yaptı. Ailesinden uzak olmak, hayata atılmak istiyordu. Anne babası başlarda buna önce karşı çıktılar. Daha sonra "düzelir" diye kabul ettiler.
2
Yaşıtlarından geç sökmüştü okumayı. Atakan uyum sağlamakta güçlük çekiyordu. Ailesi ilk kez 3 yaşındayken durumu fark ettiler. Atakan konuşmakta güçlük çekiyordu. Doktora gittiklerinde %30 oranında özürlü olduğunu öğrendiler. Doğum sırasında yaşanan yanlış bir uygulamadan olabilir demişlerdi. Zeki ve de duygusal bir çocuktu Atakan. Bu özrü onu sosyal çevresinden tam anlamıyla soyutlamıyordu. Fakat akranlarının sataşmaları, laf atmaları yüzünden içine kapanık bir çocuk olmuştu. Öğretmeni Atakan'ın özel durumdaki çocuklar için eğitim veren bir okula göndermelerini söyledi. Annesi bu duruma karşı çıkıyordu. Atakan'ın annesi Serpil otuz yaşında beyaz tenli, çok zayıf, ablak suratlı bir kadındı. Kahverengi kısa saçları çoğu zaman bakımsız ve dağınıktı. Sigara içmekten dişleri sapsarı olmuştu. Öğretmeniyle görüştüğünde çocuğunun bir özrü olmadığını söylüyordu. " Benim oğlum farklı." diyordu. " Atakan ortaokulu bitirince ailesi onu yatılı okula göndermeye karar verdiler. Bu şekilde çekingenliğini üzerinden atacaktı. Annesi ses çıkarmasa da ikiz kızlarını da düşünüyordu. Atakan'ın kızlarına zarar vermesinden endişeleniyordu. Bu durumu ne zaman eşinin kulağına fısıldasa babası sessiz kalıyordu. Bu adam otuzlarının ortasında uzunca boylu kumral soluk benizli bir adamdı. Konuşmayı pek sevmez, eşi bir şey dediğinde kafasını "İyi madem." der gibi sallamakla yetinirdi. Bir hastanede temizlik görevlisi olarak çalışıyordu. Eşi ise aynı hastanenin yemekhanesinde aşçılık yapıyordu. Küçük kızlarına çoğu zaman Serpil'in kız kardeşi Semada kalıyordu.
3
Burak kayıta babasıyla gelmişti. Okul ilçede yer alıyordu. Şehir merkezinden minibüse bindiler. İki saatlik bir yolculuk yaptılar. İlçe merkezi daha çok bir köyü andırıyordu. Küçük bir meydan, etrafta ise birkaç dükkan vardı. İndikleri durağın tam karşısında bir kahvehane onun yanında ise bir bakkal yer alıyordu. Minibüsten inip okula doğru yol aldılar. Okul bir düzlüğün ortasında yer alıyordu. Etrafında derme çatma evler vardı. Okul binası eskiydi. Boyası solmuş ve üzerinde çatlaklar yer alıyordu. Yan tarafında bir atölye yer alıyordu. Okul binasından girdiler. İlk katta küçük bir kantin yer alıyordu. Karşısında ise büyük bir salon vardı. Burada okul gösterileri yapılıyordu. Üst kata çıktılar. Solda bir koridor uzanıyordu. Koridorun sonundan müdürün odası vardı. Kapıyı tıklatıp girdiler. Müdür içeride evrak işleriyle uğraşıyordu. Önünde ismi yazıyordu. "Fikret Demir". Müdür esmer tenli, kısa boylu sert mizaçlı bir adamdı. Gözlüğünün üstünden gelenlere baktı. "Buyurun." "Hocam biz kayıt için gelmiştik." "Buyurun oturun." Baba söze girdi." "Kayıt için geldik. Aslen Denizliliyiz." "İyi, hoş geldiniz. Hemen halledelim işinizi." Müdür çabuk bir hareketle bir kaç evrak çıkardı. "İsmin ne delikanlı?" "Burak, hocam." "Burak imzala bakalım şurayı." Burak imzayı attı ve kağıdı müdüre uzattı. "Tamamdır. Gidin yurda yerleşin." Müdür ayağa kalkmıştı. Baba oğlu hızlıca odadan yollamak ister gibi bir hali vardı. "Teşekkürler Müdür Bey." Odadan çıkıp yurda doğru yol aldılar. Okulun yurdu da aynı şekilde karışıktı. Okulun önünde küçük bir basketbol sahası vardı. Arka tarafında ise spor salonu yer alıyordu. Burak bu sahneyi ilk gördüğünde içi sıkıldı. Gelmeden hiçbir araştırma yapmamıştı. Bir yandan ise ailesinden kurtulacağı için mutluydu. Yurt binası oldukça büyüktü. Tıpkı okul gibi soluk kırmızı renkteydi. Pencerelerinin önünde ayakkabı, su şişesi vb. bulunuyordu. Kapıdan girdiklerinde sol taraflarında büyükçe bir yemekhane buldular. Dört sıra halinde uzanan bu yemekhanenin bir de televizyonu vardı. Sağda ise yurt müdürünün odası yer alıyordu. Kapıya yanaştılar. "Ayhan Sarıoğlu" yazıyordu kapıda. Kapıyı tıklatıp girdiler. İçeride Atakan ve babası vardı. Yurt kurallarından bahsediyorlardı. Müdür ayağa kalkıp buyurun dedi. Müdür Ayhan kırklarının başında zayıf, uzun boylu gözlüklü bir adamdı. Bakışlarından ne kadar zeki olduğu belli oluyordu. Çenesinde bir kaç tel sakalı vardı. Burak'ın babası lafa girdi. "Merhaba hocam, biz yurda yerleşmek için gelmiştik." Müdür onları da buyur etti. Karşı duvarın dibindeki iki sandalyeye oturdular. Atakan'ın babası müdüre teşekkür etti ve odadan çıktılar. Ayhan Müdür "Hoş geldiniz. Nasılsınız" diye sordu. "Çok şükür iyiyiz hocam, siz nasılsınız." diye cevapladı Atakan'ın babası. "İyi, iyi şükür. Nereden geldiniz." dedi Müdür. "Denizli."diye cevap verdi Mehmet. "Hoş geldiniz. Adın ne delikanlı." diye sordu. Burak'a. "Burak hocam." soruyu sırıtarak cevapladı. "Tamam Burak. Sen 313 numaralı odada kalacaksın. Eşyalarınızı alıp çıkın, ben babanla daha sonra konuşurum. Mehmet, Ayhan Hoca'ya teşekkür etti. Odadan çıktılar. 313 numaralı oda üçüncü katta yer alıyordu. Merdivenlerden çıktılar. Merdivenler ve odalar halıfleks ile kaplıydı. Üçüncü kata çıktılar. Odaların numaralarına bakınmaya başladılar. 313 sol koridorda kalıyordu. Odaya girdiler. Odanın kapısı tahtaydı ve ufak bir penceresi vardı. Bu pencere öğrencileri denetlemek için hocalar tarafından kullanılıyordu. Odada rutubet kokusu vardı. İki ranzadan oluşan dört kişilik bir odaydı. Duvar yarıya kadar yeşil renk, geri kalanı ise krem rengindeydi. Girişte sol tarafta ise dolaplar yer alıyordu. Askeriyelerdeki dolaplara benzer dolaplardı. Kapak kısımları gri geri kalan yerler ise siyahtı. Dolapların kilitleri sökülmüş ya da kaybolmuştu. Odaya girdiklerinde başka kimse yoktu. Burak valizini alıp odanın ortasına koydu. İçinde bir kaç tişört, iki kazak iki pantolon, diş fırçası, diş macunu, bir bot ve birkaç parça başka eşyalar vardı. Mehmet "Gel bir etrafı gezelim, hem acıkmışsındır, bir şeyler yeriz." dedi. Beraber yurttan dışarı çıktılar. Meydana ulaştıklarına on kişi civarı yeni öğrencilerle karşılaştılar. Kendileri sabah erkenden geldiklerinde diğerleri yeni yeni geliyordu. İlçe merkezi bir meydan baştan sona da ufak bir caddeden oluşuyordu. Sağ tarafa döndüler. Genelde bakkal ve kasap dükkanları çoğunluktaydı. Bir nalbur ve bir telefoncunun yanından geçtiler. Yolun sonunda sol tarafta bir pastane buldular. İçeri girdiler. Sabah çok erken kahvaltı yaptıklarından ikisi de açtı. Karınlarını doyurdular. Mehmet saatine baktı. "Oo saat 4 olmuş. Hadi yurda dönelim, eşyalarını yerleştirelim." dedi. Hesabı ödeyip çıktılar. Odaya döndüklerinde kendilerinden başka iki çocuk buldular. Bunlar şimdiden tanışmış ve arkadaş olmuştu. Aileleri de çoktan gelip gitmişlerdi. Mehmet çocuklarla tanıştı. Ardından eşyaları yerleştirmeye başladılar. İşleri bittiğinde Mehmet "Hadi oğlum, Allah'a emanet. Bir şey olursa ararsın." dedi. Cebine de bir miktar para koydu. Öpüşüp ayrıldılar. Burak yatağına uzandı.Akşam yemeği saat 6'da başlayacaktı. Burak yatağında uzanmış hayal kuruyordu. Evini, ailesini düşünüyordu. Birden duygusallaştı. Burnunun direğinin sızladığını hissetti. Odadaki diğer çocuklara göz ucuyla baktı. Bir tanesi gözlüklü orta boylu bir çocuktu. Telefonuna gömülmüş bir şeyler yazıyordu. En uçta, cam tarafındaki ranzada diğer çocuk yatıyordu. Kısa boylu kumral bir çocuktu. O da telefonuyla uğraşıyordu. Az sonra koridordan bir ses yükseldi. "Haydi, yemek saati. Haydi çocuklar." Her kapıyı tek tek açıp aynı şeyleri tekrarlıyordu. Öğrenci değildi. Orta boylu beyaz tenli cin gibi bakışlı bir adamdı bu. Burak odadan çıkıp merdivenlere doğru yürüdü. İki koridorun ortasında sağda küçük bir oda vardı. Kapısında "belletmen öğretmen" yazıyordu. Merdivenlerden indi. Aşağıdan bir uğultu geliyordu. Kız ve erkeklerin sesi birbirine karışmıştı. Metal tabldotların sesi büyük bir gürültü oluşturuyordu. Ayakkabılıktan ayakkabısını alıp giydi. Yemekhaneye girdiğinde kalabalıkta karşılaştı. Sağ taraftaki iki sırada kızlar yemek yiyordu. Solda ise iki sıra erkeklere ayrılmıştı. Uzunca bir sıra oluşmuştu. Öğrenciler sıraya girmiş muhabbet ediyorlardı. "İlk günden nasıl bu kadar kaynaşmışlar." diye düşündü. Sıraya girdi. Sıra yavaş yavaş ilerlerken etrafına bakınıyordu. Bir sürü farklı çocuk vardı yemekhanede. Kimilerinin üst sınıf olduğu hemen belli oluyordu. Onlar çok daha rahat davranıyorlardı. Sağ taraftaki kızlara döndü. Onlar birbirleriyle pek konuşmuyorlardı. Sıra Burak'a geldi. Önce önündeki bölmeden çatal ve kaşık aldı. Ardından tabldotu aldı. Yemekte mercimek çorbası, patlıcan yemeği ve pilav vardı. Çok aç olmadığını düşündü. Yine de yemeklerden aldı. Yemeklerin başında öğrenciler duruyordu. Adeta robot gibi çalışıyorlardı. Duygusuz bir ifadeyle her gelenin tabldotuna yemek koyuyorlardı. Pilavın başında ise önlüğüyle aşçı duruyordu. Bu adam otuzlu yaşlarda, kavruk tenli uzun boylu zayıf bir adamdı. Sıfatından alaycı biri olduğu anlaşılıyordu. Yemeği alıp masaya doğru yöneldi. Masalar sırayla doluyordu. En son oturanın yanına ilişti. Yalnızca çorbayı içti. Diğer yemeklere dokunmadı. Masanın ortasında bir ekmek sepeti ve sürahi bulunuyordu. Ekmek bittikçe çocuklar sepeti kaldırıyordu. Yemek dağıtılan yerde duran öğrenciler sepetleri alıp dolduruyorlardı. Yemeği bittikten sonra artanlara çöpe boşalttı. Odasına çıktı. Oda boştu. Cam açıktı. Hava serinlemişti. Üşüdüğünü hissetti. Camı kapattı. Yatağına uzandı. Önündeki yılları düşünmeye başladı. Yeni arkadaşlıklar edinecekti. Bir sürü öğretmeni olacaktı. Kız arkadaşı olacaktı. İçini garip bir duygu kapladı. Bir yandan hüzünlü, diğer yandan ise heyecanlıydı. Evini düşündü. Anne babası, mahallesi aklına geldi. Birden uyku bastırdı. Uykuya daldı. Rüyasında evini görüyordu. Doğum günüydü. Evde küçük bir kutlama yapıyorlardı. Babası hediye olarak uzaktan kumandalı bir araba almıştı. Annesi ise yaş pasta hazırlamıştı. Kendini bir an çok mutlu ve huzurlu hissetti. Babası gözlerinin içine bakıp gülümsüyordu. Kapının çarpmasıyla uyandı. Hayatında ilk kez bir rüya sonsuza dek sürsün istemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP
Short StoryYatılı lisede okumaya başlayan iki farklı çocuğun yolları bir şekilde kesişir. İhmal ve umursamazlığın insan yaşamını hangi noktaya getirebileceğini tüm çıplaklığıyla göreceğiz..