Birazdan bu masada kıyamet kopacaktı...
Nedim, masanın başında durmuş, ailesini izlerken, aklından geçen şey buydu. Karşısında durmuş, açıklamasını bekliyorlarken, Nedim yüzlerini açık bir kitap gibi okuyabiliyordu.
Başkalarının onunla ilgili hafife aldığı konu da buydu aslında. Onun insanları tanımadığını, kolayca kandırılabileceğini, manipüle edilebileceğini sanıyorlardı. Oysa durum tam tersiydi. Seneler boyunca bir tekerlekli sandalyede mahkum kalmış, kendi bedeninde hapis yaşamıştı. Bütün bu zamanı, sadece ve sadece insanları izleyerek geçirmişti. Hiç kimse yürüyemeyen ve konuşamayan birinin yanında kendine hakim olma gereği duymuyordu zaten. Her yüz ifadesini, her bakışı, her hareketi incelemiş, hepsinin ne anlama geldiğini ezberlemişti.
O yüzden şu anda karşısında duranlara baktığında, hepsinin içinden ne geçtiğini görebiliyordu. Agah bey, Şeniz hanım ve Cemre, üçü de umut dolu gözlerle bakıyorlardı ona mesela. Ne açıklamasını beklediklerini çok iyi biliyordu. Onlara göre, onu Ceren'e bağlayan tek şey ortadan kalkmıştı, ve elbette ki bu evliliği bitirecekti. Masum bir bebeğin ölümünün yol açacağı bir olaya bu kadar heyecanlanmaları, Nedim'in midesini bulandırıyordu.
Hele de Cemre...
Hayatının en büyük hayal kırıklığı Cemre... Hiçbir şeyin farkında olmadığını sanıyordu. Kendisinin, neyi neden yaptığını bilmediğini, bu yüzden öfkeli olduğunu düşünüyordu. Oysa Nedim her şeyin farkındaydı. Aslında Cenk'e aşık olmadığının, kendisine olan her bakışının, her sözünün altında yatan gizli anlamların farkındaydı. Bu da öfkesini daha çok artırıyordu.
Cemre onu olduğu gibi gören, öyle kabul eden tek insandı. Cemre, tekerlekli sandalyeye mahkum, hareket edemeyen, konuşamayan zavallı Nedim'in ötesini görmüştü. Onun ruhunu görmüştü, onu sevmişti.
Ya da Nedim öyle sanıyordu.
Çünkü Cemre, onun diğer herkes gibi olabilmesi için tüm bunlardan vazgeçmişti. Bedeni iyileşsin diye, ruhunu öldürmüştü. Söylediklerinin onu paramparça edeceğini bile bile, içinde o eski saf Nedim'e dair ne varsa alıp götüreceğini bile bile yapmıştı.
İstediği olmuştu işte... Herkes gibi yürüyor, herkes gibi konuşuyor, herkes gibi yaşıyordu Nedim de işte. Ama içinde öfke ve nefret dışında bir duygu besleyemiyordu.
Cemre, onun sevebilme kabiliyetini almıştı elinden...
Cenk'e baktı sonra. Cenk tedirgindi. Cenk, onun oyun içinde oyun kurduğunun farkındaydı çünkü, bebeğin babasıymış gibi davrandığı halde, öyle olmadığını bildiğinin farkındaydı. Niyetini çözemiyor, bu da onu ürkütüyordu. Bakışları Cemre ile kendisi arasında gidip geliyor, arada bir gözünün ucuyla annesine bakıyordu.
Zavallı Cenk... Annesinin adice oyunları, ve Cemre'ye olan aşkı yüzünden oyuncak olmuş, sürüklenip duran, zavallı, zavallı Cenk.
Ona acıyamıyordu bile. Hayatında bir kere bile ayağa kalkıp kendi fikrini söyleyememiş, etrafındaki herkesin hayatının mahvolmasını öylece izlemiş biri için üzülemezdi.
Cenk'in yanında Seher hanım oturuyordu. Daha başını kaldırıp yüzüne bile bakamamıştı. Ceren'in yaptıklarını bildiğinin, bunların yükünü omuzlarında taşıdığının farkındaydı Nedim. Buna rağmen kızının durumuna üzülüyor, üzüldüğü için suçluluk duyuyordu.
Nedim'in içini azıcık da olsa açan birileri varsa o masada, onlar da karşılıklı oturmuş, kaçamak bakışlarla birbirlerini süzen Damla ve Civan'dı. Ailede patlayacak yeni bir bombanın, aralarında yeni yeni filizlenen aşka zarar vermesinden korktuklarını biliyordu Nedim, ama ne olursa olsun onları etkilemesini engellemeye kararlıydı.
En sonunda, bakışlarını yanındaki sandalyede oturan Ceren'e çevirdi.
Karısına...
Herkesin, annesi ve ablası da dahil istisnasız herkesin, tek derdinin para olduğunu zannettiği, ama aslında sadece sevilmek, birilerine tutunmak isteyen Ceren.
Şimdi öyle sessiz sedasız, bembeyaz bir yüzle oturan bu kızın, evlendiği kızla aynı kişi olduğuna inanmak zordu. Köşke ayak bastığı ilk andan itibaren tozu dumana katan, Şeniz'i bile yeri geldiğinde dize getiren, gözlerinden her daim ateşler saçan Ceren... Şimdi saçlarını alelade bir biçimde omuzlarına salmış, makyajsız, iddiasız bir şekilde oturan bu kız, o eski Ceren'in gölgesi gibiydi adeta. Güvendiği, tutunduğu tek dalı elinden almışlar, böyle kırık dökük bir bebek gibi bırakmışlardı onu.
Ve şimdi de kendisinden, ıslak bir kedi yavrusunu sokağa atar gibi Ceren'den kurtulmasını bekliyorlardı.
Eh, çok beklerlerdi.
Yavaşça boğazını temizleyip konuşmaya başladı.
"İyi akşamlar," diye girdi söze. "Hepiniz buraya benim isteğim üzerine geldiniz, teşekkür ederim. Benim bir açıklama yapmamı bekliyorsunuz, biliyorum. Az çok kafanızda ne söyleyeceğime dair de bir tahmin vardır diye düşünüyorum."Amcasının rahatlamış ifadesine, Şeniz'in kendini beğenmiş gülümsemesine, Cemre'nin ürkek heyecanına baktı tek tek.
"Tahminlerinizde yanıldığınızı söylemek zorundayım sevgili ailem."
Herkesin kafasının ne kadar karıştığına aldırmadan, kararlı bir ifadeyle elini Ceren'e uzattı. Ceren'in gözlerindeki şaşkınlığı, bu şaşkınlığın içinde gizlenmiş o incecik umudu görebiliyordu. Gözlerini Ceren'in gözlerine dikip bekledi. Ceren önce tereddüt etti, sonra da titrediklerini gizlemek için kucağına sakladığı ellerinden birini kaldırıp, ürkekçe Nedim'in eline bıraktı. Nedim, parmaklarını narin bir kuşu tutar gibi özenle avucundaki elin etrafına sardı, Ceren'i tutup ayağa kaldırarak yanına çekti. Ve etrafındaki herkesin gözünün içine baka baka, sonraki kelimelerini birer bıçak keskinliğinde fırlatıverdi sofranın ortasına.
"Karımdan boşanmıyorum..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateşe Yürüyenler
FanfictionBiliyorum, sınırları zorlayan bir çift... Ama hikayelerinde büyük bir potansiyel görüyorum, geçmişlerinde yaşadıkları tüm zorlu olaylara rağmen, canları çok yanmış olmasına rağmen, bu ikilide ışık var. İşte karşınızda, kısa sahnelerle, benim gözümde...