† Escape your demon †

91 8 18
                                    

Medya: Desire - Meg Myers







Jimin

Saatlerdir orman yolunda koşuyordum.
Durmadan, arkama bakmadan, nereye gittiğimi bilmeden.
Canım pahasına koşuyordum.
Yanan canımın haddi hesabı yoktu, yakalanma korkumdan güç alıyordum.
Ayaklarım mahvolmuştu, şakağımdan akan terler çeneme kadar ulaşıyor, kaşımdan süzülüp gözüme ulaşıyor ve gözbebeklerimi yakıyordu.
Ardı arkasına akan göz yaşlarım, ayın ve neredeyse gökyüzünü kaplayan yıldızların aydınlattığı karanlık orman yolunu görmemi daha da zorlaştırıyordu.
Ayağım taşlara ve kütüklere takılıyor, dengemi sağlayamayıp yuvarlanıyor ama zor bela kalkıp koşmaya devam ediyordum.
Keskin kayalar, dikenli sarmaşıklar ve sert dallar beyaz tenimin her bir yanında yaralar açıyordu.
Burnumdan akan ve dudaklarıma ulaşan sıcak sıvıyı, yoğun kokuyu hissedebiliyordum.
Kusma isteğim çok baskındı, ama bununla zaman kaybedemezdim.
Yakalanmamalıydım.
Ölmekten korktuğum yoktu, bu işin sonunda öleceğimi zaten kabullenmiştim.
Sadece amacımı gerçekleştirmeden yakalanıp öldürülmeyi kendime yediremiyordum.
Her şeyi istediğim hale getirecek, sonra da değersiz canımı ve boş hayatımı sonlandıracaktım. Kendi ellerimle.
Bu durumda oluşumun kendi suçum olduğunu içimden defalarca kez kendime haykırırken akmaya devam eden göz yaşlarımı üstümdeki siyah ve ıslak gömleğin kollarına sildim.
Görüşüm az da olsa netleşmişti. Karşıma baktığımda iki yol ayrımı gördüm.
Sağa giden yoldan ışıklar gidiyordu.
Yardım isteyebilir miydim?
Asla. Kimseye güvenemezdim.
Zaten birine güvendiğim için şu an bu haldeydim. En başından beri bu işin içindeki tek kişi ben olmalıydım. Bir kişi bile benim meseleme dahil olmamalıydı işte.

'Kahrolası Park Jimin birine güvendi ve yardım istedi.'

Söylediğim şeye kendi kendime güldükten sonra sola sapan kapkaranlık yola doğru koşmaya devam ettim.

İnsanlar birer canavardı. Onlara güvenilmeyeceğini en iyi ben bilirdim çünkü yıllar boyu kimseye en minik şey için bile güvenmemiştim. Kimsenin tek bir lafına dahi inanmamıştım. İnsanlar hayatlarını yalanlar üzerine kurarken neden inanıp güveneyimdi ki? Benim yanımda olacak, bana yalan söylemeyecek tek bir kişi vardı o da Park Jimin, yani bendim. İnsanları kendimden püskürtmek için hep ördüğüm buz dağı ile gezerdim ve çoğunlukla bu işe yarardı. İnsanlar benden bir çıkar sağlayamayacaklarını anladıklarında göz devirip uğraşacak başka birilerini arıyorlardı. Bu bana fazla acizce geldiği için sadece gülüyordum.

İnsan ırkı bir canavardan farksızdı.
Ve dünyanın sonunu da o canavarlar getirecekti.

Bir süre koştuktan sonra önüme baktım, gördüğüm bina aniden durmamı sağlamıştı.
Uzun süredir koşuyordum ve aniden durduğum için hızımı alamamıştım.
Dizlerim üzerine kapaklanıp alnımı sertçe taş zemine çarptım.
Acıyla inlerken minik taşların kesip kanattığı avuç içlerimi alnıma dayadım ve geriye sendeleyip sırtüstü yere uzandım.

İnşaat -veya enkaz-  halindeki kapısız beton binaya baygın bakışlar atıyordum.

Orada saklanabilirdim.

Güçlükle sağ omzum üzerine uzandım ve ellerimle yerden destek atarak doğruldum. Acıdan inlememek için zor duruyordum. Sanki çıkaracağım en küçük bir seste sonum gelecekmiş gibi hissediyordum. Yere değen yaralı avuçlarım sızım sızım sızlarken istemsizce tısladım. Ayağa kalkamayacağımı fark ettiğimde dirseklerimi yere dayadım ve binaya doğru emeklemeye başladım.
Evin içinden anlamlandıramadığım bir takım sesler geldiğini fark edince olduğum yerde aniden durdum.
Siktir, cidden siktir.
Başım beladan kurtulmayacaktı, değil mi?
Hızlandım ve binanın arkasına doğru ilerlermeye başladım.
Dirseklerimin yarılıp kanadığını hissedebiliyordum fakat duramazdım.
Kalbim ağzımda atıyordu.
İçerideki kişi -tabii varsa- bana yardım edebilirdi, düşük bir ihtimal.
Zarar verebilirdi ama peşimdekiler kadar zarar veremezdi, bunun farkındalığıyla biraz olsun rahatlamıştım. Arka kapının eşiğine ulaştığımda ellerimi duvara dayayıp ayağa kalktım, nefes nefese kalmıştım.
Düşmemek için sırtımı duvara dayadım.
Ağzımdan istemsizce acı bir inleme kaçmıştı.
Sesimi bastırabilirmiş gibi nefesimi tuttum birkaç saniye.
Dizlerim de dahil tüm bedenim epilepsi krizi geçiriyorum gibi titriyor, kasılıyordu.
Kafamı geriye yaslayıp nefeslerimin düzene girmesini bekledim.

Birkaç dakika sonra daha rahat nefes alabiliyordum. Duvarlardan tutunarak içeri gireceğim sırada bedenim sert bir şeye çarptı.
Bedenim arkaya savrulurken tekrar kafamı bir yerlere vurmamayı ümit ediyordum.
Sertçe yere çakılmayı beklerken, aniden belime dolanan kollar sayesinde düşmekten son anda kurtulmuştum. Geçirdiğim sarsıntıdan dolayı birkaç saniye sersemleyip gözlerimi yumdum. Daha fazla zaman kaybetmeden deri pantolonumun belindeki pembe taşlarla süslü olan bıçağı çıkardım ve karşımdaki kişiye doğrulttum.
Birkaç saniye tepki alamadığımda yavaşça gözlerimi açtım.
Siyah saçlı, beyaz tenli, yüzünün belli yerlerinde yaralar olan ve mor gözaltı torbalarına ev sahipliği yapan bir surat görmek, umduğum bir şey değildi. 
Ona doğrulttuğum bıçak tam iki kaşının ortasında duruyordu, lâkin bu durum onu pek etkilemiş gözükmüyordu.

"İyi misin?"

Karşımdaki kansız çocuk kalın ve boğuk sesiyle konuştuğunda kıkırdadım alayla.

"Oradan nasıl duruyorum, kansız çocuk?"

Dediğim şeyle dudakları kıvrıldı ve derince bir nefes verdi. Verdiği nefesi yüzümde hissedebiliyordum.

"Yardıma ihtiyacın var gibi duruyor, pamuk şeker."

Saçlarıma yaptığı sikik göndermeyle bıçağımı yavaşça boynuna indirdim ve gözlerinin içine bakarken bıçağı hafifçe boynuna sürttüm.

"Evet, yardıma ihtiyacım var. Ama ne var biliyor musun? Siz insanlara güvenmem. Ölecek bile olsam kendi işimi kendim hallederim. Tam da şu anki gibi."

Pürüzlü çıkan sesiyle soğuk ortama neşeli bir kıkırtı bıraktı.

"Bu durumuna bakarak sana bir teklif sunabilirim sanırım. Senin işine karışmam. Ama saklanman için yardım edebilirim. Karşılığında senden birkaç kişinin canını almanı isteyeceğim."

Teklifini sunup gözlerimin içine bakmaya başladığında bir kahkaha patlattım.

"Sana neden inanayım?"

Sorduğum soruyla muzipçe gülümsedi ve yaklaşıp kulağıma fısıldadı.

"Bana inanmaktan başka çaren yok Park Jimin.
Çünkü ikimiz de aynı taraftayız."

"Bu da ne demek şimdi?"

Aniden gerilen bedenim yine acıyla kavrulmaya başlamıştı. İsmimi ona söylediğimi hatırlamıyordum. Benim mevzumda benim bilmediğim şeyler oluyordu da haberim mi yoktu cidden?
Kararmaya başlayan gözlerimle ona baktım.

"Seninle sonra görüşeceğim."

Diş etlerini gösterene kadar gülümsedikten sonra serbest kalan elimden yere düşen bıçağı eğilip aldı ve kolumun altına girerek beni içeri sürüklemeye başladı.

"Savaşçılar da dinlenebilir Park Jimin."

Bedenimin her bir zerresi uyuşurken dediği şeyle dudaklarım kıvrıldı ve kapanmak için direnen göz kapaklarıma daha fazla karşı koyamadım.



















Sadist bir kurgu olacak galiba çünkü bu duygularımı bastırmam gerek. Bastırmazsam suç işlerim ve suç işlemek yerine yapacağım şeyleri kurgu olarak yazmak belki yardımcı olur dedim.
Öyle boş beleş fic işte. Şimdilik bu kadar.

I'm a Firefighter. | YoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin