Hasan Öldü

14 1 0
                                    

Geçen hafta içi Gökhan aradı. "Kıtır'da demleniyorum, müsaitsen sen de gel" dedi, müsaittim. Geçmişimizden, çocukluğumuzdan konuştuk laflarken. Her şeyin ne kadar güzel ve temiz olduğundan...

Bir tuhaf olduk ikimizde. Çıkışta kendimizi Seyran'da, Gökçen Sokak'ta bulduk. Yan yana dört apartman... O apartmanları sırayla dolaşarak geçti yaklaşık yirmi senemiz... Son oturduğumuz daireyi satın alana kadar kah kirayı arttırmak isteyen, kah evlenecek kardeşini oturtmak istediğinden, ev sahiplerinin haklı gerekçeleri ile çıkmak zorunda kalmıştık evlerimizden.

Eski Ankara mahallelerinde yaşamış olanlar bilir : Müteahhitler hemen her binanın altına sığdırabildiği kadar dükkan doldururdu. Kimi berber olurdu, kimi bakkal... Önce rahmetli Can Ağabeyle işlettiğimiz bakkal dükkanına dikkat kesildim. Hani onunla top oynadığımızda elinde sopayla dışarı fırlayıp bizi kovalayan yaşlı teyzeden kaçtığımız beton zemine komşu dükkan... Sonra üst katta Suzan Teyzelerin, karşımızda rahmetli Ülkü Teyzelerin oturduğu bina ve altındaki dükkanlar... Çok küçüktüm, bu dükkanlardan birisi kasaptı, birisi berber... Ama iyi hatırlıyorum.

İkimiz de okuma yazma bilmiyorduk Gökhan'ı tanıdığımda. Tıpkı Esen'i, Ertan'ı, Hüseyin'i, Cihan'ı, rahmetli Mahsuni'yi tanıdığımda olduğu gibi... Onlarla oynadığımız, koşuşturduğumuz bahçelere daldı gözüm. Hani pazardan beş liraya bir kilo almak varken kolumuzu bacağımızı düşüp kırmak uğruna dallarından sarktığımız dut ağaçlarının doldurduğu bahçeler... Adım gibi eminim, biz gittikten sonra kimse bizim gibi tadını çıkaramamıştır oraların.

Devir kötü devir. Şimdi oturduğumuz sitenin kapısında güvenlik bile var ama on üç yaşındaki oğlumu bahçeye gönderirken tereddütlüyüz. Zaten pek inmek istemiyor o da. Teknolojik araçlar daha tatlı olmalı. Oysa ben dokuz yaşımdayken, akşam ezanında annemin balkondan mahalleyi inleten çağrısıyla dönerdim eve.

Demin bahsettiğim kasap dükkanı vardı ya, hani yanında berber olan ? Şimdi ne o dükkan kasap, neden yanında berber var. Dikkat etmedim yerlerine ne açılmış. Çünkü o eski dükkan, bana çok daha farklı bir şey hatırlattı : Kasabın üç oğlu vardı, aslında benle yaştaş olan iki büyük oğlunun ismini de hatırlamam lazımda ama unuttum. Kasabın bile ismini unuttum işin aslı, sadece küçük oğlunu iyi hatırlıyorum. Hasan...

Nasıl unutayım ki ? Kasabın diğer iki oğlu da güzel çocuklardı ama farklıydı Hasan. Uzun, kahverengi düz saçları, kaşlarına, kulaklarına kadar inerdi. Küçük gözleri, ağzı ile o kadar tatlı, o kadar güzel bir çocuktu ki "ağabeyleri onu kıskanıyor mudur acaba" diye geçirirdim içimden hep.

Bizim çocukluğumuzda pek çalışmazdı anneler. Şimdi düşünüyorum da, bir babanın memur veya işçi maaşıyla üç-dört çocuklu aileler bile nasıl geçinebiliyordu ? Muhtemelen bu kadar çok değildi ihtiyaçlar. Ya da daha doğru bir ifade ile ; Bu kadar ihtiyaç dayatılmamıştı bize. Çağımız pazarlama çağı ve en başarılı pazarlamacılar artık ihtiyaçlarımızı karşılayanlar değil, "ihtiyaçlarımızı yaratanlar" ! Hele bir de hem anne, hem baba çalışıyor ise... Böyle aileler genelde birkaç yıla kalmaz ya ev sahibi oluyordu, ya da araba...

Neyse... Yaşıtlarım bilir. İşte bu "ev hanımı" annesi olan çocukların okul hayatına kadar çocukluklarının gün gezmelerinde geçerdi bir kısmı. Benim biraz daha uzun sürdü. İlk okulda sabahçı olduğum yıllarda, mahalle arkadaşlarım öğlenci ise (ki genelde öyle olurdu) gün gezmelerinde kaçınılmaz olurdu anneye refakat. Suzan Teyze, Nimet Teyze, Mesude Teyze, Havva Teyze, Zeynep Teyze ve şimdi ismini hatırlayamadığım bir sürü teyzenin evinde yemek yemişliğim vardır. Doğal olarak dedikodu duymuşluğum da :

- Ayy Hasan var ya... Kansermiş !

- Hangi Hasan ?

- Kasabın oğlu yok mu ?

Duyduğumda ilk aklıma gelen şuydu : "ağabeylerine de söylemişler midir, yani küçük kardeşlerinin öleceğini ?"

Hasan'ı son görüşümü hatırlıyorum. Babasının kasap dükkanının yanında bir berber dükkanı vardı ya hani, işte orada. Traş oluyordu koltuğa kurulmuş. O aynada kendisini izliyordu, babası ve ağabeyleri de gülümseyerek onu... Bu sahneyi gördüğümde aklımdan geçmişti : "iyi bari, ağabeyleri bilmiyor olmalı" diye...

Sonrasını hatırlamıyorum pek. Kapanmıştı kasap dükkanı. Aynı sokakta, birkaç yüz metre ileride oturuyorlardı ama ağabeylerini de görmemiştim.

Orta okulda, Mimar Kemal'de iken eve yürüyerek dönerdim. Ne cesaret ! Önce Esat Dörtyol'a kadar, sonra sola dönüp Tepebaşı'na kadar... Nereden baksan 3-4 kilometre... Çoğu zaman arkadaşlarımla yürürdüm evi yol üzerinde bulunan. Ama fark etmezdi kimseyi görmesem de. Yalnız yürürdüm...

Yine bir akşam. Kış saati uygulaması yürürlükte, eve dönerken hava kararmış, birden onları gördüm. Kasabın oğulları... Onlar da Mimar Kemal'deymiş, konuşmaya başladık. Ne de olsa eski mahalle arkadaşlarıydık. Aklımda yıllardır kalan bir soru "sorsam mı" diye defalarca tereddüt ve vazgeçiş... Dayanamadım en sonunda :

- Küçük, tatlı bir kardeşiniz vardı. Hasan... O nasıl ?

Daha büyük olanı önce sustu. Sonra cevapladı :

- Hasan öldü...

Gözleri dolu ama yüzünde hafif bir tebessüm. Belli ki çok olmuş göz yaşları kuruyalı. Kendime kızdım : "Salak, çocuğa hatırlattın, iyi halt yedin !"

Sonra sustu, başka bir şey söylemedi. Bende söylemedim. "Başınız sağ olsun" bile... Diyemedim !

İki kardeş ellerindeki resim çantalarıyla birbirlerine vurarak, şakalaşarak ilerliyordu. Ben ise arkalarından daha yavaş... Belli ki onlara yetişmek, yeniden konuşmak zorunda kalmak istemiyordum. Zaten sonrasında ya onları bir daha görmedim, ya da gördüm ama görmezden geldim.

Çocuktan duyduğum son sözdü :

- Hasan öldü...

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Feb 19, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Hasan ÖldüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin