Kahverengi gözlerini üzerime dikmiş bakıyordu, kırmızı dolgun dudakları yavaşça aralandı ve o sözler ağzından döküldü: "Calum Thomas Hood. Stajınızın ilk gününde bu kadar dakik olmanız gözlerimi yaşarttı." Üzerime iğrenerek bakarken biçimli kaşları havalanmıştı, bunun üzerine başımı yere eğip ayaklarıma bakmaya başladım. Vanslarımın arkamdaki koridorda bıraktığı çamur izlerine bakmama bile gerek yoktu, batırmıştım. "Çok çok özür dilerim Bayan White. Yağmur aniden bastırınca taksi bulmakta daha çok zorlan-" "Bahaneleri suçlular üretir Bay Hood. Stajınızın ilk gününde öğreneceğiniz ilk ders bu olsun öyleyse." Brooklyn Cassie White tüm ihtişamıyla karşımda dururken üstelik beni azarlarken ne diyeceğimi bilemem normaldi değil mi?
Bu hukuk bürosunu seçme sebebim işte şu an beni azarlayan patronumdu: Brooklyn Cassie WHITE. Hukuk fakültesinde okuduğum süre boyunca isminin geçmediği tek bir ders duymamıştım. Genç yaşına rağmen hukuk camiasında, akademide hatırı sayılır çalışmalar yapmış, doktrine ismini altın yıldızlarla kazımıştı. Tabii bunun hukuk kökenli bir aileden gelmesiyle de alakası vardı, o hep hukukun içinde olmuş ve ailesinden kalan şöhret mirasını da arttırarak devam etmişti. Ta ki büyük bir hata yapana kadar. Aslında herkes hata yapar fakat Brooklyn Cassie White'ın hata yapması demek on yıllardır biriken kusursuz şöhretin de hatadan nasibini alması demekti. Bir anda ismi karalanmıştı, doktrin ona arkasını dönmüştü ve uğraştığı adamlar onun sıradanın da altında bir avukat olmasına sebep olmuştu. Tabi bu hikaye herkesin üstünde olumsuz etkiler bırakmıştı fakat ben bu hikayeden faydalanan tek kişi olarak onun stajyeri olmaya hak kazanmıştım. Eski şöhretiyle büyük bürosunda devam ederken beni alır mıydı emin değilim ama şu an burada onun karşısında çamurlu vanslarım ile duruyordum. Anlayacağınız şimdilik ben kazanmıştım ve hayran olduğum kadınla çalışmak için önümde koca bir yıl vardı.
"Neyi bekliyorsun? Masana geçebilirsin." "M-masam mı var?" Böyle bir şey için kekelediğime inanamıyordum, ben utançla kızarırken onun dudağının kenarının kıvrıldığını bir an için gördüğüme emindim. Bir adım yana kaydı ve eliyle arkasını işaret etti fakat görebildiğim tek şey kırmızı saçlı koca kafalı bir adamdı. "Eee şey... Orasının benim masam olduğuna emin miyiz?" Kafasını yana çevirir çevirmez "Micheal!" diye bağırması bir oldu. Micheal denen eleman dudaklarını ısırıp gülümserken bana el salladı ve geriye doğru yürümeye başladı. Anlaşılan paçayı kurtardığını sanıyordu fakat kaçacağını düşünmesi yeni patronumun bende bıraktığı ilk izlenime göre imkansızdı. Fakat beklediğimin aksine Bayan White gözlerini kısarak ufak bir çocukmuş gibi kıkırdadı ve kırmızı saçlı adama "Yeni stajyerimizle tanış Mickey, onun sorumluluğunu sana vermeyi düşünüyordum aslında." dedi. Gözlerim benden bağımsız bir şekilde büyüyüp açılırken dudaklarımı birbirine bastırdım. Cidden mi? Cırtlak kızıl saçlı bir adama kıkırdarken yeni gelen stajyerine nazik davranmak yerine ilk dakikadan azarlamak?
...Yeni masamda geçirdiğim iki üç saatten sonra az çok buranın olayını anlamıştım. Bayan White odasında tek duruyordu, nadiren dışarı çıkıyordu ve odasından çıktığı zamansa söylediği tek şey yine işle alakalı şeylerdi. Sabah olan şeyler sanırım sadece kızıl saçlı elemana aitti çünkü bırakın gülümsemesini görmek, çatık kaşlarından normal yüz ifadesini bile göremiyordum. Ofiste Bayan White dışında gördüğüm tek kişi Micheal'dı, onu da patronum aksine gerektiğinden fazla görüyor gibiydim. Sürekli karşıma çıkıyor ve beni iş dışında her şeyle meşgul etmeye çalışıyordu.
Bayan White ilk günüm için ideal bir iş olduğunu düşünerek bana büroda şu ana kadar kaybedilmiş dosyaları okuma görevini vermişti, biraz iç karartıcı bir görevdi ve kırmızı kafa sağ olsun odaklanmak imkansızdı. "Daha sonra bir baktım Luke beni taşı-" "Hey hey Micheal, acaba biraz hava alsam sorun olur mu? Biraz yoruldum." başını sorun yok der gibi salladığında masadan hızlıca kalktım ve Micheal'a bakmamaya özen göstererek yangın merdivenlerinin olduğu tarafa doğru yürüdüm. Deri ceketimin ceplerini karıştırıp sigara paketimi bulmaya çalışırken aralık olan bordo demir kapıyı ayağımla ittim ve merdivenlerin demirlerine ilerleyip kalçamı geriye yasladım. Paketteki son sigara dalını dudaklarımın arasına yerleştirip yakarken derin bir nefes çektim ve dumanın içime dolmasıyla gözlerimi kapattım. Şehrin uğultulu sesi, araba kornaları, konuşan kadının sesi... Bir dakika, ne? Gözlerimi açtığım zaman karşımda görmeyi beklediğim son kişi Bayan White'dı. "Çakmağın var mı?" bunu kaygısızca ve o kadar olağan bir şeymiş gibi söylemişti ki elimin ayağıma dolaşması çok absürt durmuştu. Beklediğim şey kesinlikle bu değildi sonuçta şu an işimin başında değildim. Ağzımdaki sigaranın külü düşüp rüzgarla dağılırken ön cebimdeki zippoyu çıkardım ve ona doğru uzattım. Kaşları havalanırken zippoyu eline aldı ve incelemeye başladı, üzerindeki CTH oymasında parmak ucunu gezdirirken "Sana özel ha?" dedi ve daha fazla oyalanmadan dudaklarının arasındaki sigarayı yaktı. Dumanı dışarı üflerken bana hiç bakmadı ve yanıma geçip demirlere doğru eğildi, ben de önüme dönüp ona eşlik etmeye karar verdim. "Neden işinin başında değilsin Hood?" Kafamı yana çevirdim ve ona baktım fakat o bunu söylerken bana bakmıyordu. "Sigara molasına ihtiyacım vardı. Şey, Micheal izin vermişti." Kafasını salladı ve "Çok konuşuyor değil mi?" dedi. "Ha, kim?" kaşlarım çatılmıştı, bu bir tuzak olabilir miydi? İlk günden iş arkadaşlarından mızmızlanan ve onların arkasından konuşan o elaman olmak istemiyordum. Üstelik söz konusu olan kişi patronun Mickey dediği biriyse kesinlikle arkasından patronumla konuşmamam gerekiyordu sanırım. Sessizliğim biraz uzun sürmüştü ki bana döndü ve "Biliyorum." dedi "Stajyerleri onun yanına verme sebebim bu. Bir nevi test gibi, anlarsın ya." göz kırpmasıyla neye uğradığımı şaşırdım, birinin bu kadar güzel gözükmesi mümkün müydü? Sigarasını söndürdü ve yandaki çöp kutusuna attı, bir şey demem gerekiyordu ama ne söylemem gerektiğini bilemiyordum. Sonunda ona olan saygımı ve çalışmalarına duyduğum ilgi ile alakalı bir şeyler söylemeye karar verdim fakat demir kapının sertçe açılmasıyla söze başlayamadım bile. Bayan White bu sayede bana yargılayıcı bir şekilde bakmayı kesti ve kapıya doğru döndü, içeri sarışın bir adam "Kazandık!" diye girdi. Bir kelime. Bu bir kelime ile Bayan White kocaman gülümsedi ve koşar adımlarla ilerleyip adamın boynuna atladı, "Yalan söylüyorsun!" diye bağırdı. "Brook Brook Brook... Bu sarışının ne zaman eli boş döndüğünü gördün?" Adamın eli "Brook"un sırtını sıvazlarken kaşlarımı çattım, bu sarışına karşı içimde büyüyen kıskançlık kırıntılarını yok etmek istiyordum ama nedense beceremedim ve o an ihtiyacım olan buymuş gibi bu hissin beni kaplamasına izin verdim. Bu hisse anlam veremiyordum, belki yorgunluktandı belki de Micheal'ın çenesinin yarattığı dolmuşluk hissiydi bu. Ama kesinlikle Bayan White ve sarışın adamın sarılması ve birbirlerine gülümsemeleri ile alakalı olamazdı bu şey, olmamalıydı. "Ah, bu arada yeni stajyerimiz Calum Thomas Hood. Hood, bu da Luke Robert Hemmings avukatlarımızdan biridir kendisi." Kendimi gülümsemeye zorladım ve Luke'un uzattığı elini sıktım. "Tebrikler." dedim kazandığı davayı kastederek, kocaman gülümsedi ve Bayan White'ın yaptığı gibi o da bana sarıldı birden. "Sağ ol dostum. Resmen yıktım onları, Ashton geldiğinde o anlatsın." samimi davranışı sebebiyle az önceki hislerimden birazcık utandım ve suratımın kızarmasına izin verdim. Benden ayrılırken hala gülümsüyordu. Bu bürodaki herkes fazla mı samimiydi yoksa sadece ben mi çok yeniydim?