Ashton ile sandviçlerimizi yerken bir yandan da laflıyorduk, sonunda cuma gelmişti ve stajımdaki ilk haftanın bitmesine saatler kalmıştı. Ashton da benim gibi bir stajyerdi, benden 6 ay önce başlamıştı staja ve Luke ile çalışıyordu. Luke ve Micheal'in aksine Ashton biraz daha sert bir mizaca sahipti. İlk karşılaştığımız zaman beni azarlamayan, bana sarılmayan ve deli gibi devamlı gülümsemeyen ilk insan Ashton'dı, bu yüzden ben de ona dört elle sarıldım ve sonunda normal bir meslektaşımla iş yerinde vakit geçirmenin nasıl bir şey olduğunu anladım. Ashton tamamen normaldi, ona verilen görevleri yapmak için masasından ayrılmıyordu ve her şeyi tam zamanında yetiştiriyordu. Anlaşılan Luke Micheal gibi değildi. Micheal... O sürekli konuşuyordu ve kesinlikle bana iş yaptırmıyordu, aksine tüm işlerimi geciktiriyordu. Benim işime köstek olduğu yetmiyor gibi kendi sıkıcı işlerinin bazılarını da bana yığıyordu. Bayan White'ın da dediği gibi gerçek bir sınavdı kendisi. Bayan White'ı stajımın ilk gününden sonra çok sık görmedim, doğrusu birkaç kez onunla bilerek karşılaşabilmek için sigara molasına yangın merdivenlerine gittim fakat o ya odasındaydı ya da adliyede. Onu merak etmiyor değildim.
Büroya döndüğümüz zaman saat 1'i biraz geçiyordu, Ashton anahtarlarını ararken telefonumla ilgileniyordum ki içeriden gelen birkaç bağırışı duymamla kafamı telefondan kaldırdım. Bağıran ilginç bir şekilde Micheal'dı, ne dediğini tam olarak duyamıyordum fakat bağırdığına tamamen emindim. Ashton'ın meraklı gözleriyle çarpıştığım zaman bunun alışılmadık bir şey olduğunu anlamıştım, zaten burada Micheal'dan bahsediyorduk, onu beş gündür tanımama rağmen bu kadar çok bağıracak biri gibi değildi. Ashton kapıyı açtığı zaman gördüğüm ilk şey Micheal'ın kırmızı suratıydı, suratı saçları ile aynıydı. Bizi görmesiyle birlikte karşısındaki bir yere baktı ve arkasını dönüp lavaboya gitti ve karşıdaki odanın kapısı sertçe çarptı. İçeri tamamen girdiğimiz zaman ise büronun ana odası tamamen boştu, asistan yoktu, ne Luke vardı ne de Bayan White. Ashton ile birbirimize döndük, ne yapacağımı bilmiyordum fakat o sadece omuz silkti ve masamın çaprazındaki masasına oturdu. Benden sorumlu olan birisi sinirden küplere bindiği ve kavga ettiği zaman çalışmaya devam mı etmem gerekiyordu yoksa onun yanına mı gitmem? Önümdeki dosyalara baktım ve sıkıntıyla iç çektim, bilgisayardan uzaktan yargı ağı sistemini açtım ve dosyaları sırası ile oraya girmeye başladım. İkinci dosyayı geçirirken bir temyiz dilekçesine rastladım ve tarihinin yanlış atıldığını gördüm. Böyle bir durumda bunu Micheal'a sormam gerekiyordu çünkü dava onundu fakat o ortalarda gözükmüyordu, belki Luke'a sorabilirdim fakat bunun ayağıma gelen bir fırsat olduğunu anlamam uzun sürmedi ve dosyayı da alıp ayağı kalktım. Duvardaki aynaya kısa bir bakış atıp Bayan White'ın odasına ilerlemeye başladım. Şu an doğru bir an mıydı emin değildim fakat bu haftayı onunla doğru dürüst konuşmadan bitirmek istemiyordum, sonuçta ona hayrandım, o en iyi avukatlardan biriydi ve ondan öğrenmek istediğim çok şey vardı.
Kapıyı tıklatır tıklatmaz "Ne var Micheal?!!" sesinin yükselmesi ve kapıya bir tomar kağıdın fırlatılması bir oldu. Neye uğradığımı şaşırırken "Aslında Micheal değil, benim Bayan White." dedim ve içeri girdim. "Efendim Bay Hood?" yanakları hafif kızarmıştı, göğsü inip kalkıyordu ritimsiz bir şekilde, az önce olanlardan dolayı utandığı çok belliydi. Bu haline gülmek istedim fakat Micheal'a olan saldırının aynısı ile karşılaşacağıma emindim neredeyse. Alaylarımı içimde tutarken elimdeki dosyayı kaldırdım ve gülümsedim, "Burada bir yanlışlık var, Micheal ortalarda olmadığı için belki sizin fikrinizi alabilirim diye düşünmüştüm." Suratındaki çarpık ifade işin konusu açılınca bir anda kayboldu ve yeniden Brooklyn Cassie White haline büründü, saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı ve kafasıyla oturmam için masasının önündeki kahverengi deri koltukları işaret etti. "Pekala, nedir konu Bay Hood?" koltuğa oturduğumla içine gömülmem bir oldu ve bu beni biraz güldürdü, cidden bu koltuk fena rahattı. Kendimi biraz daha kaldırdım ve tekrardan bıraktım, bunu birkaç kez daha tekrar ettim ve hareketi her tamamladığımda oturduğum yer sanki daha da pofuduklaşıyordu derken Bayan White'ın boğazını temizlediğini duydum. "A-Ah! Ö-Özür dilerim Bayan White." Suratımın yandığını hissediyordum, aceleyle devam ettim Bayan White'ın az önceki salaklığımla alakalı laf atmasını engellemek için. "Bu dilekçeyi sisteme girmişiz fakat girilen tarih yanlış, düzeltecektim fakat sistemde yapılan değişiklik için bir avukatın onaylamasına ihtiyaç vardı." Kafasını anlayışla salladı ve bilgisayarının kapağını kaldırdı, o klavyeye bir şeyler yazarken onun güzel suratını incelerken buldum kendimi. Yanmış teninin üzerini silik çiller kaplıyordu ve kıvırcık saçları yanağı ve boynuna dağılmıştı, gözlerini kısmış ekrana bakıyor ve dudaklarını kemiriyordu. Bu manzara karşısında iç çekmek istedim fakat yapamadım, ona duyduğum bu çekimin tamamen mesleki hayranlıkla ilgisi mi vardı yoksa bu başka bir şey miydi anlayamadım. "Oh, pekala Hood. Hallettim." gözlerini ekrandan çekip gözlerime çevirdi "Teşekkür ederim Bayan White, zahmet verdim." nazikçe gülümsedi ve ben de dudaklarının çevresinde oluşan çizgileri izledim, güzelliği karşısında ağzımı açmaya cesaret bile edemiyordum çünkü şu an ona söylemek istediğim şeyler sadece ve sadece güzelliğiyle alakalı şeylerdi. Gülümsemesi yavaşça solarken boğazını temizledi ve tek kaşı havaya kalktı. Sanırım gitmem gerekiyordu, ayağı kalktım ve birkaç adım attım, siyah converselerimin yerde çıkardığı gıcırtı rahatsız ediciydi. "Şey... Sigara içmek ister misiniz?" Pekala, üstlerim kavga etmişken ve ortam gerginken özellikle de mesai saatleri içerisindeyken büronun sahibine bu soruyu sormam uygun muydu bu an için? Bakışlarındaki şaşkınlıktan anladığım üzere bu kesinlikle uygun değildi. Fakat buna rağmen o ayağa kalktı ve bana doğru yürümeye başladı, beni de geçti ve kapının yanındaki askılıktan ceketini aldı, boynunu hafif yana çevirdi ve bana bir bakış atıp "Gidelim." dedi.
İlk gün olduğu gibi yine aynı yerdeydik, yangın merdivenlerinde. Ceketini giymiş ve önünü sıkıca kollarıyla bağlamış kendisine sarılır bir vaziyette duruyordu, kalçası parmaklıklara yaslıydı. Dudaklarının arasındaki sigara onu yakmamı bekliyordu, bunu yapmamı Bayan White da bekliyor muydu yoksa sadece öyle durmak mı istiyordu bilmiyordum fakat ben cesur bir atak yaptım ve kalçamı yaslandığım duvardan kaldırdım, bir adım ileri uzandım ve zippomla onun güzel dudakları arasında duran sigarayı yaktım. Derin bir nefes aldı ve duman burnundan dağıldı, gözlerime bakıyordu. "Şey, üstüme vazife değil biliyorum ama iyi misiniz merak ediyordum." Sigarasını dudaklarından alıp parmaklarının arasına yerleştirdi. "Öğlen olanlar hakkın-" Sözümü sertçe kesti "Bu sizi ilgilendirmez Bay Hood." gözlerimi ayakkabılarıma indirdim ve kendi sigaramdan bir nefes aldım. Üzerimdeki sert bakışları başımı kaldırmamı engelliyordu, kendimi karşısında küçük görüyordum. "Aslında size hayranım Bayan White." yine beklenmedik bir atak, ama ona bakmıyorken konuşmak daha kolaydı aslında. "Mesleğinizi taşıma şekliniz, mizacınız ve birikiminiz... Sadece çok etkileyici." "Biliyorum." dedi kuru bir sesle ve onun tarafından dağılan dumanlar görüş açıma girdi, "Ve biliyorum ki şu an geçen sene olduğu kadar parlak değil kariyerim." Kafamı hızla kaldırdım ve buna karşı çıkmak için ağzımı açtım fakat ben konuşamadan o yeniden konuşmaya başladı "Sorun değil, Hood. Bir şeyler sonsuza kadar sürmez." Gülümsedi ve sigarasını söndürdü, rüzgar saçlarını dağıtıyordu. Ona bakarken ister istemez bir iç çektim ve ben de gülümsedim, onun sonsuza dek sürmesini istiyordum.