Gözlerimi çalan telefon sesiyle açtım, arayan Luke'du. "Günaydın! Umarım uyandırmadım." yatakta doğruldum ve esnerken konuştum "Aslında yaptığın şey tam da buydu Luke." karşıdan bir kıkırdama sesi geldi bunun üstüne gözlerimi devirdim, sabahın 10'unda neydi bu neşe? "Bu akşam bürodakiler ile takılacağız, sen de gelmek ister misin?" Gözlerimi kısarken bugün bir planımın olup olmadığını kafamda tarttım. Öğleden sonra bas gitarım için tel almaya gidecektim, onun dışında planım evde pineklemekti. "Uhmm, sanırım boşum." "Harika o zaman!" bağırdığı için yüzüm ekşimişti. Tanrım, sabah sabah bu neşe ne içindi?
Beremi de taktıktan sonra gitar kutumu sırtıma takıp vanslarımı ayağıma geçirdim. Bebeğimi sonunda bakıma sokabileceğim için çok mutluydum, 3 sokak aşağıdaki müzik evine doğru yürürken zıplamamak için zor duruyordum. Tanıdık kapıyı itip içeri girdiğim zaman ilk olarak buranın sahibi Jasmine ile karşılaştım, yerde dağılmış duran bateri setini toplarken söyleniyordu. "Hey, yardıma ihtiyacın var mı?" Jas çatık kaşlarıyla bana döndü ve "Ah! Doğum kontrol uygulaması herkes için olmalı." diye bağırdı. Yerdeki işine geri dönerken omuz silkmekle yetindim, hala çocuklar hakkında söyleniyordu. Tel kısmına yürürken sırtımdaki kılıfı tek omzuma düşürdüm, tellerin önündeyken gitarımı yere bıraktım ve raflardaki ürünleri incelemeye başladım. "Calum Thomas Hood!" önümdeki telleri bırakıp sesin geldiği yere baktım ve hafta sonu izin günümde görmek isteyeceğim belki de son insan olan kişiyi gördüm. Tüm hafta onun artık işleri ve sabotajları ile uğraşmışken böyle harika bir cumartesi günü yine Micheal'ı göreceğim kimin aklına gelirdi ki? "Hey..." elim istemsizce enseme gitti ve sıkıntılı bir nefes verdim dışarı. Benim aksime o hiç de yorgun gözükmüyordu, her zamanki neşesi yerindeydi. "Burada ne yapıyorsun dostum? Karşılaşacağımızı kim düşünürdü ki!" eliyle omzumu sıvazladı ve omzumun gerisinden arkamda duran gitarıma göz attı, "Bu bebek senin mi yoksa?" "Evet, tel bakıyordum aslında. Alıp hemen gideceğim." Yanımdan geçti ve gitarımı eline alıp incelemeye başladı. "Ben de Alexa için bir şeyler bakıyordum, denk gelmek harika oldu aslında. Bas çaldığını bilmiyordum." gitarı evirip çevirirken hiç de acemi biriymiş gibi durmuyordu, "Alexa?" diye sordum ve yanına ilerledim. "Benim bebeğim, elektro gitarım." iyice sırıttı ve gitarı yavaşça eski yerine bıraktı. Micheal ile ortak bir noktamın olacağını hiç düşünmemiştim fakat Jasmine'nin yerinde oturup saatlerce müzikten ve enstrümanlardan konuşurken bu sefer onun hiç de fena biri olmadığını düşündüm.
Micheal'ın yanından ayrılırken saat neredeyse 7 olmak üzereydi. Micheal'layken Luke buluşacakları konumu ve saati mesaj olarak atmıştı, bunun üzerine Mike beraber arabası ile gitmeyi teklif etti fakat yağlı saçlarım ve altımdaki son derece bol eşofmanım ile bunun hiç de iyi bir fikir olmadığını düşündüm. Ev yolundayken sürekli Bayan White'ın da orada olup olmayacağını düşündüm, aslında diğer gelecek olanlar çok da umrumda değildi. Yani Ashton gelse ne olurdu gelmese ne olurdu, onu zaten pazartesi yine masamın yanında görecektim. Fakat Bayan White öyle değildi, onunla ufacık büroda bile karşılaşmak çok zordu.
Summer's yazan mekana girerken gözlerim ilerideki masaları tarıyordu ki Micheal'ın kızıl saçları sayesinde çocukları hemen fark ettim. Ashton, Luke ve Mike buradaydı, bir de asistan olan Camilla vardı. Bayan White'ı masada görememenin verdiği hayal kırıklık beynimi doldururken sadece gülümsedim ve masadakilere selam verdim. "Hemen bir şeyler söyle kendine Cal, çünkü bu gece çok özel bir kutlama yapıyoruz." Merakla kaşımı kaldırırken sağ taraftan gelen yumuşak ses ile mest oldum. "Ah, Bay Hood yine geç kalmış. İlk günkü gibi tazesin hala." kabarık kıvırcık saçlar görüş açıma girdiği zaman beynimi dolduran olumsuz histen hemen kurtulmuştum. Elindeki bira dolu bardakları masaya bıraktı ve Mike'ın yanına oturdu. "Bayan White-" sözümü kesti ve gülümsedi. "Sadece Brooklyn, Hood. Ofiste değiliz." giydiği ekose pantolon ve uyumlu vanslarımızla çok daha genç ve samimi gözüküyordu, azar makinesi gibi değildi. "Otur artık!" Mike'ın bağırması ile hala oturmadığımı fark ettim ve tek boş kalan yere, Ashton ve Camilla'nın arasına oturdum. Brooklyn hemen sağ çaprazımdaydı. "Eee, neyi kutluyoruz demiştiniz?" Mike sanki çok kötü bir şey demişim gibi suratıma baktı. Ashton ise keyifli bir şekilde kıkırdadı ve "Artık çaylak olmayışımı kutluyoruz, yeni çocuk sıfatından 6 ay sonra sayende kurtuldum." dedi. Luke sırıtırken Ashton'a doğru elini uzattı ve omzunu hafiften itti. "Ah, tabi ki de senin 1.haftanı sağ salim atlatmanı kutluyoruz. Sonuçta Micheal ileydin..." masadaki herkes kahkaha atarken Ashton homurdandı ve "Hiç hatırlatmayın!" diye bağırdı. "Hey hey, hiçbir şey anlamıyorum ama Micheal kısmına katılıyorum." dedikten sonra masadaki bardaklardan birini aldım ve soğuk biramdan içtim. Masaya oturduğumuzdan beri Brooklyn sadece gülüyordu, ister istemez gözüm ona kayıyordu fakat içimizden biri fark eder diye hemen diğerlerine odaklanıyordum. Biradan kaynaklı yanakları allaşmıştı, sürekli keyifle kıkırdayıp bir şeyler anlatıyordu. Bu beşlinin bitmek bilmeyen anılarını ve maceralarını dinlerken grup içindeki yeni çocuk olmak biraz buruk hissettirmişti, bu grupla daha fazla vakit geçirmek isterdim. Yeniden Brooklyn'e döndüm, bu hali öyle güzeldi ki bürodaki sebile bira mı doldursam diye düşünmeden edemedim.
Gece ilerlerken ilk önce Camilla ayrıldı masadan, daha sonra da Luke. Geriye kalanlar olarak içip sohbet ederken mekanda kısık sesle Lovesong - The Cure çalıyordu. Micheal Ashton'a mahkeme katibi ile yaptığı komik bir kavgayı anlatırken beni sohbetten koparıp götüren duyduğum tatlı mırıldanma olmuştu. Brooklyn Cassie White karşınızda çakır keyif bir şekilde sallanıp şarkı mırıldanırken emin olun ki etraftaki diğer şeylere odaklanmanız oldukça zordur. Kendimi kaptırmış Brooklyn'i izlerken, sadece birkaç sene önce fakültedeki hocalardan duyduğum kadınla tam şu anda içiyor olmanın şaşkınlığını yaşadım. Sadece birkaç sene önce konferanstan konferansa koşup onunla birkaç saniye sohbet etmenin peşindeyken tam şu anda onun stajyeriydim ve karşımda durup salınışını izliyordum. İçimdeki kıpırtının bunca senedir ulaşmaya çalıştığım ideaya ulaşmanın verdiği hazla ilgili olup olmadığını merak ettim. Mesleki ve kişisel hırslarım mıydı beni bu kadar etkilemesine izin veren yoksa sadece o çekici sıradan bir kadın mıydı kavrayamıyordum. Birinin boğazını temizlemesiyle yerimden sıçradım, Brooklyn hala o şarkıyı mırıldanıyordu, Micheal ise bana bakıyordu. Saatler gibi gelen bu anın sadece birkaç saniye sürmesi karşısında afalladım ve Brooklyn'i izlerken yakalanmış olmanın verdiği utançla kızardığımı hissettim. Ashton ayaklanmış ceketini giyiyordu başını bana çevirip "Seni bırakmamı ister misin dostum?" diye sordu . "Tabi, olur." diye geveledim . Michael ise Brooklyn'nin dökünüklerini topluyordu. "E madem hepiniz ayaklandınız benim de Brooklyn'i eve bırakmam lazım ama önce acilen işemem lazım!" İşemek sözcüğüne karşı yüzümü ekşitirken Ashton'ın kısık bir sesle "ew" dediğini duyar gibi oldum. Micheal kocaman sırıttı"İki dakika göz kulak olursunuz değil mi?" kaşıyla Brook'u işaret etti. Dünden razıymışım gibi başımı hızla aşağı yukarı doğru salladım, bu akşam kırdığım kaçıncı pottu bu saymayı bırakmıştım artık. Bugün Michael'a kaçıncı yakalanışımdı galiba, karşımda pişmiş kelle gibi sırıtıyordu herif. Tanrı aşkını bana ne oluyordu böyle?
"Lanet olası Michael, lanet olası Mic-" yaklaşık 15 dakikadır Michael'ın tuvaletten dönmesini dışarıda, mekanın hemen önünde Brook ile bekliyorduk. Ashton arabasını yer bulamadığı için 2 sokak aşağı park etmişti, bu yüzden bize burada beklememizi söyleyip kaldırımda koşarak arabasına doğru gitmişti. Brooklyn soğuğun etkisiyle biraz ayılmıştı, bense şu an ağzımda sigaramla öylece Brook'un küfürlerini dinliyordum. "Kusura bakma Hood, sadece soğuk beni biraz agresifleştiriyor." başımı anlayışla salladım ve sigaramın külünü çırptım. Bakışlarım ayaklarımdaydı, ona bakmaya çekiniyordum. Baksam hemen anlayacak gibi hissediyordum, anlaması gereken şey ne onu bile bilmiyordum fakat Brooklyn Cassie White bu meçhul duyguyu anında anlar gibi hissediyordum. "Bugün buraya gelmene sevindim," dediği şeyle başımı kaldırdım ve yüzüme yayılan aptal gülümsemeye hakim olamadım, cümlesine "bilirsin, patron olmak zor. Mesai saatleri dışında normal bir kadın olmayı, eğlenen biri olmayı tercih ediyorum." diye devam etti. "Her iki durumu da gayet idare ediyorsunuz Bayan Whi-" "Sadece Brooklyn." sözümü kesti ve omzuyla omzumu dürttü. O an diğerlerinin Brooklyn ile neden böyle samimi ve rahat olduğunu anladım, benim gözümden gördükleri şekilde onu sadece hukuki bir yapıt veyahut da başarılı bir patron olarak görmüyorlardı. Onlar Brooklyn Cassie White'ın bu hallerini aylar belki de yıllar önce görmüşlerdi, benim gibi geç gelmemişlerdi. İçime yayılan sıcaklık bu soğuk New York havasına rağmen beni yaktı, gözlerimi gözlerinden çekemediğimi fark ettim. O da soru işaretleriyle bana bakıyordu, muhtemelen bu çocuk neden bana böyle aptal gibi bakıyor diye düşünüyordu.