Roseanne, oturma odasında bulunan mavi koltuğa cenin pozisyonunda uzanmış, kahverengi saçları yastığa dağılırken öylece elinde sıkı sıkıya tuttuğu telefona bakıyordu. İki dakikada bir kilit tuşunu açarak bir mesajın veya aramanın gelip gelmediğini kontrol ediyordu. Aslında bildirim paneli elli kadar bildirimle dolmuştu çoktan fakat onun beklediği kişi Taeyong veya Lisa değildi. Jungkooktan bir haber bekliyordu. Çok geçmeden bildirim kutusunda dakikalardır beklediği mesajı buldu.
jeonjk2: kapıdayım.
Mesajı görür görmez, daha öncesinde kilit tuşunu açmaya üşenecek kadar ruhsuz olmasına rağmen, büyük bir heyecan ve mutluluk içerisinde ayağa fırlamış telefonu ise koltuğa gelişigüzel fırlatmıştı. Koridorda koşarak ilerlerken kapıyı açmadan hemen önce durmuş, girişin sağ tarafındaki aynadan üstünü başını düzeltmişti. Bu durum, Rose için garipti çünkü koşullar ne olursa olsun o nasıl göründüğünü önemsemezdi. Evleneceği adam olan Taeyong için bile acaba beni beğenecek mi ya da nasıl görünüyorum tarzında düşünceler geçirmemişti aklından. İç çekti. Şimdi, tüm bunları düşünmenin vakti değildi.
Elleri kapı koluna uzandığında kalbi ağzında atıyor gibiydi. Bütün sesler kulaklarında uğulduyor, karnı heyecan içinde kasılıyordu. Fakat, hayır bu klişe aşk tanımlamalarından değildi işte. Sadece ruh eşi oldukları için böyle oluyordu, yalnızca bu yüzdendi. Acı çektiği için ve o kapıyı açtığında acının son bulacağını bildiği için. En azından öyle umuyordu.
Kapıyı tamamen araladığında Jungkook'un gözlerini örten kahverengi saçları arasından ona baktığını görmüştü. Koltukta uzanıp Jungkook'u beklerken o geldiğinde nasıl davranması gerektiği hakkında çok düşünmüştü. Çünkü yazdığı mesajlar, içinden gelerek ve tüm hisleriyle yazmış olsa da, utanç vericiydi ve ne yapması gerektiği hakkında bir fikri yoktu. Ama Jungkook ile göz göze geldiği anda bütün düşünceler uçup gitmişti. Beyni sanki çalışmayı durdurmuş, bütün gerçeklik, Taeyong, Lisa, dans dersleri, Meredith, Edith... Hepsi kaybolmuştu. Yalnızca üç şey kalmıştı: Roseanne, Jungkook ve Rose'nin, o an için, tek bir insana ihtiyaç duyan kalbi. Genç kız bir saniye bile tereddüt etmeden kollarını Jungkook'un boynuna sarıp sıkıca sarıldığında Jungkook istemsizce birkaç adım gerilemişti. Birkaç saniye ne yapacağını kestiremeyerek kendisine sarılmakta olan genç kızın saçlarını izlemiş, ardından parmaklarını yavaşça sırtına yerleştirerek sarılışına karşılık vermişti. Kaç dakika geçtiğini bilmiyorlardı. Kaç dakika boyunca birbirlerine sarılarak kapının önünde beklemişlerdi emin değillerdi fakat sonunda Jungkook içeriye girmeleri gerektiğine karar vererek Rose'nin omuzlarından tutup onu hafifçe itmişti.
"İçeriye girelim Roseanne, dışarısı soğuk. Üşüyeceksin."
Rose hiçbir şey söylemeden Jungkook'un koluna tutunmuş, iki kolunu da sıkıca sarmıştı. Kaçmasından korkuyor gibiydi. Sanki eğer ona yeterince sıkı sarılamazsa, onun kokusunu duyamazsa ve kalp atışlarını hissedebilecek kadar yakınında duramazsa o kaybolup gidecekti. Sonbaharda solup giden yapraklar veya ansızın gökyüzünü terk eden yıldızlar gibi kayıp sönecekti.
"Nasıl bu kadar acı çekebilirsin aklım almıyor. Kalbin mi çok ağrıdı? Yoksa başka bir şey de oldu mu? Mesela başın ağrıdı mı veya-"
"Başım ağrımadı JK," demişti başını çocuğun omzuna yaslandığında. Bir yandan da oturma odasına doğru yürüyorlardı. "Ama biraz daha konuşmaya devam edersen ağrıyabilir."
Roseanne, oturma odasına girdiklerinde Jungkook'un kolunu bırakmadan biraz önce yatıyor olduğu koltuğa uzanmıştı. Koluna sıkı sıkı sarılıyor olduğundan JK de dengesini kaybederek kendini bir anda Meredith'e göre eşi olan kızın yanında uzanırken bulmuştu. "Ne yapıyorsun?" İstemsizce yutkunarak sorduğunda Rose rahatını bozmadan başını tekrar JK'nin göğsüne yaslamış ve sakin bir ses tonuyla konuşmuştu.
"Acımı dindirmeni bekliyorum."
Jungkook derin bir nefes aldı. Rose ile ne yapacağını bilmiyordu. Kız bir gün çıkıp ona gitmesini, bir daha onunla konuşmak istemediğini ve Meredith'e de asla gelmeyeceğini söylüyor başka bir günse ona ihtiyacı olduğunu söylüyor, gördüğü ilk anda sıkıca sarılıyordu. Bu durum, en zor problemleri ve teorileri bile çözebilen Jungkook'un kafasını karıştırıyordu.
Eşinin acı çekmesine daha fazla katlanamayarak onu iyice kendine çekti. "Tamamen iyileşinceye dek burada kalacağım, bana sarılarak uyursan daha iyi hissedeceksin." Rose hiç beklemeden kolunu Jungkook'un üzerine atarken genç adam da Roseanne'nin omzuna dökülen saçlarını okşamıştı. Böyle kalsak keşke, diye düşündü istemsizce. Gerçekten, neden hep böyle kalamıyorlardı ki? Neden bu güzel duyguyu her zaman yaşayamıyorlardı? Jk, Rose'in saçlarından dağılan güzel kokuyu içine çekiyor ne Edithte ne de Meredithte onu daha fazla mest edebilecek bir koku olmadığını biliyordu. Beyni kızın kalp atışlarını kaydediyor, evrendeki en güzel müziği dinliyordu. Sıcaklığı tam olarak kalbindeydi. Eşi, kollarının arasındaydı işte. Her zaman olması gereken yerdeydi. Evet, her zaman olması gereken yer orasıydı.
"Ama önce bana nasıl hissettiğini anlatmak zorundasın."
"Tamam," dedi Rose pes ederek. "İlk başta kendimi tuhaf hissetmeye başladım. Tuhaf bir duyguydu yani ama psikolojik bir şeydi. Çok da uzak olmadığım bir duyguydu aslında: eksiklik duygusu. İçimde kocaman bir boşluk varmış ve her geçen saniye beni yutuyormuş gibi hissediyordum. Sonra kalp çarpıntısı başladı. Fazla miktarda aldığım kafein yüzünden olduğunu sandım. Kalbim çok düzensiz atıyordu ve tansiyonum sadece yarım saat içinde yükseliyor ve birden düşüyordu. Sonra kalbime derin ağrılar saplanmaya başladı. Ağrı göğsüme oradan da omzuma, sırtıma ve sol koluma yayılıyordu. Nefes alamıyormuşum gibi geliyordu aldığım her nefes ciğerlerime batıyordu. göğsümü delik deşik ediyor ve soluk boruma saplanıyordu. Kalp krizi geçirdiğimi sandım ve ambulansı aradım. Beni hastaneye götürdüler ve iyice kontrol ettiler. Ama kalp krizi falan geçirmiyordum işte. Nabzımdaki düzensizliğin neden olduğunu anlayamadıklarında ve ilk defa böyle bir şey gördüklerini söylediklerinde, anladım. Senin söylediğin şeyleri anımsadım ve ihtiyacım olanın bir doktor değil sen olduğunu fark ettim. Yalnızca senin olman gerekiyordu."
Roseanne'nin gözlerinden birkaç damla yaş süzülüp Jungkook'un boynuna damladığında genç adam nefesini tuttu. Rose'nin ağladığını anlayabilmişti ama neden ağladığını bilmiyordu. Ne hissettiğini hiç anlayamıyordu ki... İnsanlar mutlu olduklarında veya üzüldüklerinde ağlarlardı peki şimdi hangisiydi? Yoksa, çok acı çektiği için mi ağlıyordu? Sanki olabilirmiş gibi daha da çekti genç kızı kendisine. Onu tüm evrenden korumak ister gibi sıkı sıkı sardı. Gözyaşları böyle dinerdi belki de. Kendisini iyi hissederdi, tüm korkuların ve endişelerin geçip gittiğini düşünürdü. Jungkook. mutluluğun ne demek olduğunu bilmiyordu ama Roseanne'nin mutlu olması için her şeyi yapardı.
"Ben buradayım, güzelce uyu." Saçlarına minik bir öpücük kondurdu. Garip bir histi bu. Edithlilerin yazdığı bir kitapta okumuştu. Sevgiyi göstermenin küçük ama naif bir yoluydu. Rose parmaklarıyla Jungkook'un tişörtünün koluna sıkıca tutundu. Gitmesini, bırakmasını istemediğini belli ederek gözlerini kapattı. Kırk sekiz saatin sonucunda uyuyabileceği en huzurlu uykuya daldı.
Bu bölümü yazmak için incinen belime yarım kutu kas gevşetici sürüp telefonum evde olduğundan kuzenimin tabletinden gizlice yazdım yani beğenmeyeni dövüyorum teşekkürler~
- Lau
ŞİMDİ OKUDUĞUN
meredith the robotic ❅ rosékook
Fanficjungkook : edithte saygı derecesinin bu kadar düşük olduğunu bilmiyordum fakat galiba anladığın dilden konuşma vakti geldi jungkook : eğer susmamı istersen susacağım fakat vakti geldiğinde, seni alıp gitmeden geri dönmeyeceğim. || nemesislau & sirai...