Bir kaç gün geçmişti. Lee'nin uyanmasını bekliyorduk hepimiz. İyileşeceğini ve umudumu yitirmememi söylüyordu herkes. İnanıyordum, Lee uyanacaktı. Fakat bu hastalığın çözümünü bulamadıklarını söylemişti doktorlar. Gittikçe yayılan hastalık bir sürü insanı öldürüyordu. Korkuyordum. Çocuk, genç, yaşlı. Vaka sayısı gün geçtikçe artıyordu. Elimden bir şey gelmiyordu. Hastane kolidorlarında herkes yardım bekliyordu. İnsanlar çaresiz, perişan ve bitkin durumdaydı. Günlerdir yemek yemiyordum. Canım hiç bir şey istemiyordu. Ağlamaktan gözlerim şişmişti. Kızları aramak için aşağıya indim. Yemek yemem için ısrar etseler de nafile. Yukarı çıktığımda doktorlar Lee'nin odasına giriyordu. Koşar adımlarla odanın önüne gittim. Dışarıdan izlememi söylediler. Lee delirmiş gibiydi. Sanki biri boğuyormuşçasına yerinde duramıyordu. Gözleri şişmiş, dudakları kurumuş, elleri morarmış ve çok zayıflamıştı. Beni görmüştü, yavaşça cama doğru yaklaştı. Boynumda ki kolyeyi gösterdi. Cama bir kalp çizdi. Daha sonra ağlamaya başladı. Gözünden akan her damla yaş kalbime vuruyordu. İnsanlar için kendi canından vazgeçmişti. Bir iğneyle sakinleşmişti Lee. Onu öyle görmek, beni paramparça ediyordu. Duvarlar üstüme üstüme geliyordu sanki. Kendimi direk dışarı attım. Hava yine yağmurluydu. Gökyüzü benimle ağlıyordu.