-"Bordo ruj, siyah askılı bluz, en sevdiğin yırtık kot pantalon, özenli saçlar ve asla giymeyeceğin rahatsız topuklular. Kim?" Beni tanıyordu. Beni benden daha iyi tanıyana ne denirdi? Aslında biz birbirimizi çok iyi tanıyoruz. Kendimizden bile çok. Mesela onu tanımayanlar bu sesi mutlu sanabilirdi. Lakin bu sesteki kederi, bıkmış tınıyı yalnızca benim kadar iyi tanıyanlar anlar.
Ne olmuştu ? Sanki özü alınmış çiçek gibiydi. Gömleğinin uçları dışardaydı, yakası kalkmıştı, bir iki düğmesi açıktı, saçları dağılmıştı... Sarhoştu.
Bu sarhoşluk hem ruhunu hem bedenini esir almıştı sanki. Çökmüş bir dağ gibiydi.
-"Emir." Kafa mı sallamıştı yoksa ruhuna mı sıkmıştı? Mutsuzluğun vücut bulmuş halini andırıyordu.
-"Prensesimi onunla mı paylaşacağım? Kendi ellerimle kendi kafama sıktım. Bunun olacağını bilmeliydim. Nasıl bu kadar hızlı oldu?"diye sormuştu. Ama bu bir sorudan çok sitem gibiydi. Ona üzen şeye ettiği isyandı.
Ne yani onu bu denli üzen şey ben miydim? Beni kaybetme düşüncesi miydi onu bu hale getiren.
Ne diyorumki ben? Bilemem ne hissettiğini. Ben hiç sevdiğimi kaybetme korkusunu yaşamadım. Bana bu korkuyu hiç yaşatmadı. Yaşamadığım bir şeyin çaresinide bilemem.
Lakin şimdilik tek bi çözümüm vardı . Sarılmak. İçten bir sarılma binlerce kelimenin yerini tutabilirdi. Bu da o anlardan biriydi. Belki diller susuyordu ama kalpler asla. Kalplerin ne dediğini anlamıyorum ama o kutsal ahengi hissediyorum damarlarımda.
-"Ben ne anneni ne başka bir kadını sevmedim Eyşan. Hepside zevk ve ihtiyaçlarım içindi. Ben sadece kendimi sevdim. Sonra bu dünyada kendimden başka sadece iki kişiyi daha sevdim. Biri Cenk diğeri de sendin. Ve biliyor musun? Ben artık seni kendimden daha çok seviyorum. Sanki kızım değilde kalbimmişsin gibi. Seni kaybetmekle kalbimi kaybetmek aynı şey." Ben bu kadar değerli miydim onun gözünde?
Artık Cenk yoktu. Hayatta değer verdiği iki şeyden biri artık yoktu. Anlamak isterdim. Gerçekten kendimi babamın yerine koymak empati yapmak isterdim. Lakin yapmamın tek yolu benimde sevdiğim birşeyi kaybetmem. Bu acı öyle bir acıki ne tarif edilir ne de empatisi yapılır. Hani derler ya 'düşenin halinden ancak düşen anlar', diye bu da öyle. Babam abimin acısını hissetti. Artık babamın bu dünyadaki tek varlığı benim ve aynı acıyı, 'kaybetmeyi' istemiyor. Zaten kim ister tekrardan yüreğinin dağlanmasını? Ruhunun parçalanmasını.
Çalan korna sesi olmasa babamla yıllarca sarılabilir ve kalplerimizin kırık parçaları iyileşesiye kadar kalabilirdim.
-"Sen de benim için önemlisin baba. Eskiden canımdın."
Sanki tüm vücudu yakılıp yanıklarına kezzap dökülmüş gibi bir ifade belirdi yüzünde . Sahi neydi bu ifade? Nefret etme ihtimalimden mi korkuyordu şimdide?
-"Peki şimdi?" Bu meraklıdan ziyade umutsuz bir soruydu. Cevabımdan korkuyordu. Ya artık babamı sevmiyorsam? Bundan korkuyor.
-"Şimdiyse canımdan da ötesin." Gözünden bir damla yaş düşmüştü. O gözyaşı kor ateş gibi kalbimi yakmıştı. Zehir gibi kanıma karıştı. Lanet olsun onun acısı , yası , gözünden dökülen yaşı da benden geçiyordu. O babamdan öte dostumdu , çoğu şeyin anlamıydı.
-"Hadi git bekletme onu." Babama ilk defa arkamı dönüyorum. Hep ilk tercihim babam olurdu.
Babam haklıydı. Bunu her geçen gün daha iyi anlıyordum. Değişiyordum, hemde hiç olmayacak bir hızda ve şekilde.
-"Bekletirsin sanmıştım. "
-"Bekletmek ve bekletilmekten nefret ederim Erez."
-" Tanıdığım tüm kadınlardan hızlısın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ORTAK
AdventureSessizlik adeta çığlık olmuştu. Dünya sanki daha hızlı dönüyor , sahne ışıkları bize dönüyordu. Aşk avarelikti aşk delilikti aşk çılgınlıktı . Ne farkeder? Ben çıldırdım zaten... Aşk bu kurak topraklara geldiğinden beri yağmur yağıyordu. Herkes s...