Bölüm bir: Günün her saatinde açık olan o tuval dükkanı; bizim kaderimiz, nihai başlangıcımızdı.
11.08.2009
Pazar gecesi.Bugün yirminci yaş günümü kutluyorduk Chris, Jisung ve ben. Birkaç bir şey içmiş ardından sohbete dalmıştık. Ayrıca bugün Chris'in kitabı yayınevi tafasından kabul edilip, bir hafta içinde basılacakmış. Yani bugün tam bie kutlama günüydü. Her birimiz genç yazarlardık, peki bir tecrübemiz olmasa bile bunun eğitimini almıştık iki yıl, ne çok(!) değil mi?
Aradan üç saat geçmiş ve saat gece bire çeyrek kalaydı. Her birimiz ayrılmış, evlerimizin yolunu tutmuştuk. Benim evim yakın olduğu için yürümeyi tercih etmiştim gecenin bu saatinde.
Ara sokaklardan geçmem gerekiyordu, ne kadar ürkütücü olsa bile. Daha fasla oyalanmadan hemen ilk ara sokağa girmiştim. Buralar ne kadar ıssız olsa da alışmıştım. Sonuçta her gün buradan geçiyordum fakat gecenin birinde değil.
Acele etmem gerekiyordu yoksa uykusuzluktan bayıkacaktım ama ayaklarım beynime bir türlü itaat etmiyor yine yavaş adımlar atıyordu. İtaat etmeleri için illa ki bir olay olması lazımdı. İçimden bunları söyledikten bir-iki dakika sonra yağmue bastırmıştı, hem de sağanak. Mükemmel! Eve gidene kadar ıp ıslak kalacaktım. Bir yer bulup sığınmak şu anki en iyi seçenekti.
İleride tabelasının ışığı yanan bir tuvalci gördüm, hızlı adımlarla ilerledim. Oraya sığınmam lazımdı, en azıdan yağmur durana kadar. Tuval dükkanının önüne gelmiş 'açıktır' yazısını okuyup içeriye girmiştim. Girdiğim anda yüzüme vuran sıcak hava ile beraber içim ısınmıştı.
Bu dükkanda kimse yok gibiydi. Seslenmeyi denedim ben de. "Buraya bakan biri var mı?" Birkaç saniye sonra yanıma gelen kahverengi saçlı, çilli bie çocuk geldi. Aşırı çekiciydi, aşırı...
"Buyrun nasıl yardımcı olabilirim?" Sesi kalın ve bir o kadar uykulu olan bu çocuğa sadece baka kalmıştım. Giydiği kırmızı-siyah kareli gömlek, altına mavi kot pantolonu ve siyah botları ile gerçekten göz kamaştırıyordu.
Çocuk bana tekrar seslendiğinde ancak kendime gelebilmiştim.
"Şey aslında evime doğru gidiyordum ama yağmur bastırdı ve ben de açık olan bu tuval dükkanına geldim. Umarım yağmur dinene kadar burada kalmamın bir sakıncası yoktur.Gözleri ile ilk önce beni süzmüş sonrasında ise konuşmuştu. "Sorun yok, kalabilirsin. Hem konuşuruz canım sıkılmıştı zaten."
Eliyle koltuğu işaret etmişti. "Buraya otur, sana sıcak çikolata yapayım. Üşümezsin en azından." Başımı sallamış ardından tebessüm etmiştim. Bu adını bile bilmediğim çocuk kibar bir insana benziyordu. Korecesi pek de iyi değildi, büyük ihtinalle yabancıydı.Adını bilmediğim çilli ve bir o kadar da çekici olan bu çocuk gelene kadar ben de tuvallere göz attım. Daha önce bu dükkana geldiğimi hatırlıyordum ama bu çilli çocuğu gördüğümü hatırlamıyordum. Tuvallere baktığımda ise yeniden büyüleniyordum. Daegu'nun kalabalık aynı zaman da eşsiz olan sokaklarının tonlaması beni benden almıştı. Ayrıca sokaklardaki dükkanların tabelalarındaki ışıklar gerçek havası veriyordu. Satın almak istedim ama yanımda yeterince param yoktu. Buna üzülmüştüm.
Diğer bir tuval on sekizinci yüzyıldan kalma bir bayanın portresini benziyordu. Hoştu, yüz hatları harikulade çizilmiş (boyanmış) olan bu tuval ilgi çekiciydi. Buradaki her bir tuval en az bu tuval kadar hoştu. Her birinin tonlaması tutarlı ve mükemmeldi. Yeniden etkilenmiştim.
Tuvallere dalan ben, çilli çocuğun sesi ile düşüncelerimden arınmış, gözlerimi gözlerine sabitlemiştim. "Alabilirsin." bana uzattığı sıcak çikolatayı iki elimin arasına alarak içmeye başladım. Tabii o da karşıma oturmuş benim gibi sıcak çikolata içiyordu. "Teşekkür ederim, çilli çocuk." gülümsemişti. Gülüşü çok ama çok hoştu.
"Adınız nedir?" sıcak çikolatayı masaya bırakıp sorusunu yanıtlamıştım. "Changbin, adım Seo Changbin." duraksamıştım. Tabii duraksamadan çok sürmemişti. "Senin adın nedir peki çilli çocuk?" hafif tebessüm etmiş cevap vermişti. "Lee Felix veya Lee Yongbok. Ama Lee Felix'i tercih ediyorum."
Demek ki Koreli değildi. Zaten duruşundan ve konuşmasından belliydi. Fakat bunun aksine çok çekiciydi ve farklıydı. Ona deli gibi yürümek istiyordum ancak bunu yapmayacaktım.
"Galiba buralı değilsin, değil mi?" başını sallamış ve söze atılmıştı.
"Evet Avustralya'lıyım aslında. Bir yıl önce buraya geldik annem ve ablam ile beraber. Hem babamın işi yüzünden hem de benim dans eğitimim için buranın çok daha iyi olacağını düşündük. Bu yüzden buraya taşındık." Uzun konuşmasının ardından başını eğmiş ve öyle kalmıştı. Ta ki ben sessizliği bozana kadar."Bu dükkan sizin mi Felix?" hemen kafasını kaldırmış cevap vermişti. "Evet bu dükkan bize ait, hatta bu tuvallerin hepsini ben ve ablam yaptık." şaşırmıştım açıkçası. Hem dans hem sanat, o efsaneydi! Ayrıca çok etkilenmiştim ondan.
"Vay canına! Gerçekten etkilendim, hem dans hem sanat. Müthiş!"
Bana gülümsemişti. Sohbetimiz ilerlemiş, acemi bir yazar olduğumdan da bahsetmiştim ona. Buna şaşırmış ve hoş bulmuştu. Birbirimiz hakkında birçok bilgi öğrenmiştik. Hatta onun benden küçük olduğunu bile öğrenmiştim, bu yüzden bana 'hyung' diyordu. Her hyung diyişinde içim yumuş yumuş oluyordu. Gittikçe o havalı tarafını tatlı tarafı ele geçiriyordu. Galiba ondan hoşlanıyordum...Aradan tamı tamına dört saat geçmiş ve gülüşün eğlenmiştik. Güneş doğmuş, yağmur durmuştu. Bu şu anlama geliyordu: Artık gitme vaktiydi.
"Ben kalkayım Felix, ev arkadaşım Minho merak etmesin beni daha fazla." yüzüme en içten tebessümümü yerleştirmiştim. "Hyung~" Sesini inceltmiş ve kalbimin terlemesine sebep olmuştu.
"Bana telefon numaranı verebilir misin? Konuşuruz hem, ayrıca bana yayımlayacağın kitabı göstereceksin, unutma~!" Gülümsemek ve telefon numaramı vermiştim. "Bugün ararım seni Lix, görüşmek üzere!"El sallamış ve dükkandan çıkmıştım, eve doğru ilerliyordum. Aklımda tek bir düşünce vardı. O düşünce de, günün her saatinde açık olan tuval dükkanı; bizim kaderimiz, nihai başlangıcımızdı.
━
Seo Changbin kitabına yazdığı ilk bölümü tamamlayıp, sigarasını eline almıştı. Koltuğun hemen yanındaki masadan eline aldığı çakmağı alıp saniyeler içerisinde sigarayı yakmış, içine çekmişti.
İçine çektiği her bir sigara dumanını iliklerine kadar içine çeken Seo Changbin, hâlâ Lee Felix'in her bir zerresini iliklerine kadar hissediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hislerimi sana armağan etmek isterdim, changlix.
Fanfictionsana armağan ettiğim bu kitap yolunu bulamazsa, yanında kalsın. biliyorum ki yazdığım her bir satırı okuyamayacaksın ama hissedeceksin, aynı benim seni her salise de hissettiğim gibi. ━ seo changbin & lee felix.