Ertesi sabah, gökyüzünde güneş olmasına rağmen hava fazlasıyla soğuk ve biraz sisli, fakat umursamadan montumu giyerek evimin iki sokak aşağısındaki manava gidiyorum, lakin montum beni soğuktan korumaya yetmiyor Hoseok, o an, seni yanımda hayal ediyorum, o güzel gözlerinle bana bakıp, inci gibi dişlerini göstererek gülümsediğini ve zarif ellerinle, seninkilerin aksine büyük ve kemikli ellerimi tuttuğunu düşünüyorum, işte o zaman, evrenin en büyük yıldızı sayılan güneşin yapamadığını yaparak içimi sımsıcacık ediyorsun, vücudum birden ısınıyor, öyleki harıl harıl yanan soba benim yanımda hiç kalıyor.
Aklımda dolaşan, tekrar dükkânıma gelme ihtimalin yüzünden, manavdan aldığım taze portakallar ile dükkânıma giriyorum, artık menüde senin için portakal dilimleri var Hoseok, belki istersin diye portakallı pasta ve kekte var, birde, artık seninde okuyabilmen için Braille Alfabesi ile yazılmış yiyecek ve içecekler.
Dükkânıma, elimde portakal dolu kese kâğıdıyla girdiğimi gören garsonlarım Hyuna ve Hyojong şaşkınca bana bakıyor, onlara hak vermiyorum desem yalan olur, zira bırak erkenden kafeye gelmeyi, asla eli dolu bir şekilde gelmeyen ben, Min Yoongi, saat sabahın 08.50'sinde elinde portakal dolu bir kese kâğıdıyla karşılarında duruyorum, onlar bu kadar şaşırmışken manav sahibinin neredeyse dilini yutacak raddeye gelmesine şaşırmamalıyım sanırım, zira ben de kendime şaşırıyorum Hoseok, normalde asla yapmayacağım hareketleri, yüzüme dahi bakmadan yaptırabiliyorsun, yüzüme baktığında ise, insanları, Tanrı korusun Hoseok.
Elimdeki kese kâğıdıyla tezgâhın arkasına Namjoon'un yanına gidiyorum, o da beni saydığım sebeplerden dolayı, gördüğünde şaşırıyor, bayık bakışlarımı gördüğünde ise boğazını temizliyor, ondan bana portakallı pasta ve kek yapmayı öğretmesini istiyorum, bu sefer isteğim üzerine şaşırıyor ve elini alnıma koyarak ateşim olup olmadığını kontrol ediyor, cidden Hoseok, kalbimin ve çevremdeki insanların dengesini bir günde yüzüme bile bakmayarak nasıl bozduğuna bir bak.
Alnımdaki ellerini itiyorum ve onu biraz azarlıyorum, zira kendine gelecek gibi durmuyor, bilirsin yumurta bile kırmayı bilmeyen Min Yoongi gelmiş pasta ve kek yapmak istiyor, aradaki uçurumu, anlıyorsun değil mi Hoseok?
Kafeyi ne kadar sabah açsakta müşteriler öğleden sonra gelmeye başlıyor, sabah gelenler ise, işe gitmek için evden erken çıkmış kişiler oluyor, kahvelerini aldıktan sonra oturmadan işlerine gidiyorlar, bende, öğlen saat 12.00'a kadar tezgâhın arkasında senin için portakallı pasta ve kek yapmayı öğreniyorum.
İlk deneyimim olduğu için her şey birbirine giriyor, kaç kez yumurta kabuklarını kabın içine düşürdüğümü bilmiyorum, ya da kremayı çırparken mikser denilen aletin kaç defa elimden kayıp etrafı kremaya buladığını, sonunda ortaya bir şeyler çıkmaya başladığında seviniyorum, lakin tadlarına bakınca sevincim kursağımda kalıyor Hoseok, tabi ki hiçbir şey bilmeyen ben'in ilk pasta ve keklerinin fazla güzel olmasını beklemiyordum, lakin hepsinin çöpe atılacak kadar kötü olması beni bir miktar üzüyor Hoseok, öyleki gözlerim sulanmaya başlıyor.
Dükkânıma geleceğin bile kesin değilken ya gelirsen de portakallı pasta veya kek istersen diye düşünüyorum, sana senin için yaptığım portakallı kekleri ve pastaları ye istiyorum Hoseok, Namjoon'un, yedikçe yiyesinin geldiği pasta ve keklerini değil.
Namjoon sulanan gözlerimi görünce üzüntü dolu gözlerle bana bakıyor, muhtemelen neden böyle olduğuma anlam veremiyor lakin bir şeyde demiyor, eğer bugün gelir de portakallı pasta veya kek istersen sana bir kereliğine mahsus Namjoon'un yaptıklarından vereceğim, yarın ise tekrar senin için portakallı kekler ve pastalar yapacağım, bugün yaptıklarımın aksine daha güzel olacaklar Hoseok, lakin Namjoon'un yaptıkları kadar iyi olamayacaklar, ama sorun değil, benim için yersin, değil mi Hoseok?
Kendimi toparlayıp kasaya ilerliyorum ve yarısına geldiğim Gurur ve Önyargı adlı kitabı alarak okumaya devam ediyorum, kitaptaki Elizabeth'in babası favori karakterim oluyor, öyleki adamla hiç susmadan konuşabilecekmiş gibi hissediyorum kendimi.
Acaba sen de okumuş musundur bu kitabı Hoseok, kitap okumayı sende sever misin, ya da nefret mi edersin, sıkar mı yoksa kitaplar seni, kitaplardan konu açsam, hiç susmadan, tüm gün boyunca konuşma ihtimalimiz var mı Hoseok?
Kapı açılınca çıkan tiz zil sesi üzerine heyecanla kafamı, okumak için elime aldığım, lakin seni düşünmekten odaklanamadığım kitaptan kaldırıyorum ve kapıdan girecek olan seni bekliyorum fakat gelen sen değilsin Hoseok, gelen hiç tanımadığım, orta yaşlarında olan genç bir kız, Hyuna gelen kızla ilgilenirken bende kırılan kalbimin sesiyle tekrar elimdeki kitaba odaklanmaya çalışıyorum, bu şekilde küçük dükkânımda bir kaç masa doluyor, güneş batıyor, dolan masalar tekrar boşalıyor, lakin sen hâlâ gelmiyorsun.
Neden gelmiyorsun Hoseok, yoksa geçen sefer portakal olmadığı için mi, bilmiyorsun ama, sana portakallar aldım Hoseok, sana Namjoon'un keklerinden vermeyecek olmama bile sevinmedim, lakin sen tüm gün gelmedin, neden gelmedin Hoseok?
***
Selam, bu fice yazmadan duramıyorum ama yksye kadar durmam lazım.
Aklımda bir sürü sope kurgusu var İnşAllah yksden sonraya :")
Bir yıldızınızı alırım ehe :")
Yazım ve noktalama yanlışlarım varsa kusura bakmayın.
Ben Ovi.
Güzel günleriniz olsun.♡
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Orange Juice ⚜ Sope
FanficVücudun kusurlu bir şekilde kusursuz. [Tamamlandı] 17 Mart Salı 2020