Bazen düşünüyorum da Hoseok, acaba o güzel gözlerin görseydi, sen de anlar mıydın sana olan sevgimi, yoksa, fark etmez miydin hiç, bakışlarım, sana bir şeyler anlatamaz mıydı?
Artık, her gece yatmadan önce hayallerimi süslüyorsun, uykumda ise rüyalarımı, her adımımda aklımdasın, bir türlü çıkaramıyorum ordan seni, evde, dükkânımda, yolda yürürken, herhangi bir mağazada gezerken... ama en çokta evimde düşünüyorum seni Hoseok, benim kıyafetlerimle olduğunu, benim mutfağımda o güzel ellerinle yemekler yaptığını, küçük kütüphanemde benim kollarım arasında birlikte kitap okuduğumuzu, manzarasız balkonumda, elimizdeki sıcak kahvelerle birbirmizin manzarası olduğumuzu -muhtemelen sen portakal suyu içerdin- ve gece yatarken kollarım arasında, o güzel kokunla sarmalandığımı... bu düşünceler elimde olmadan şekilleniyor aklımda, kafamdan atmaya çalışsamda asla başarılı olamıyorum, ama Hoseok, yemin ederim bu saydığım anlardan birisinin gerçek olması için canımı bile verirdim.
Haftada, en az iki gün benim küçük dükkânıma gelir oldun, bazen tek başına, bazen ise arkadaşlarınla, siparişini ben alabilmek için kendi dükkânımda garsonluk yapmaya başladım, Namjoon sana olan hislerimi bildiği için artık şaşırmıyor lakin garsonlarım için aynı şey pek geçerli değil.
Her geldiğinde, belki artık portakal dilimleri yerine, senin için özenerek yaptığım, portakallı kek veya pastalardan istersin diye bekliyorum lakin sen hep portakal dilimleri istiyorsun Hoesok, senin için yaptığım kek ve pastalardan sipariş etmiyorsun, ama ben vazgeçmiyorum, hâlâ senin için taze portakallar alarak, kek ve pastalar yapıyorum lakin sen asla pasta ve keklerimden yemiyorsun, neden yemiyorsun Hoseok?
Yine portakal dilimleri istediğin bir gün, iki portakal diliminden sonra yemeyi bitiriyorsun ve tabağı önünden itiyorsun, dikkatle seni izliyorum, çünkü sen tabağını bitirmeden asla kalkmazsın masadan Hoseok, yanında oturan Jimin'e bir şeyler söyledikten sonra, hafif sararmış yüzünle masadan ayaklanıyorsun, sopanı alıyorsun ve lavaboya ilerliyorsun, az önce Jimin'e lavabonun yerini sorduğunu anlıyorum, çünkü
zorlanmadan lavaboyu bulabiliyorsun.Aradan beş dakika geçiyor lakin sen gelmiyorsun, Jimin elindeki telefona dalmış, bense gözümü lavabonun koridorundan bir saniye olsun ayırmıyorum, senin için endişem artıyor, çünkü giderken, esmer yüzün her zamankinin aksine, beyazlığı misafir etmişti Hoseok.
Hızlı adımlarla lavabo koridoruna ilerliyorum, kapıya yaklaşınca öğürme sesleri geliyor kulağıma, endişem, artık ellerimi titriyor, tek kişilik lavabonun kapısına ulaşınca, titreyen ellerimle hafifçe kapıyı tıklatıyorum.
"Bir sorun mu var, efendim?"
Kalbim sızlıyor Hoseok, senden cevap beklerken çıkardığın tek ses bir öğürme sesi oluyor, daha fazla dayanamayarak içeri geliyorum. Dizlerinin üzerinde klozete eğilmişsin, zarif ellerin bir kuş kadar kırılgan duruyor titrerken, yüzünün rengi bir ton daha açılmış, güzel gözlerinden inci taneleri, eşsiz yüzünde yol alıyor Hoseok, nasıl da içim gidiyor bu görüntüye.
Arkana geçerek, titreyen, kemikli ellerimle sırtını sıvazlıyorum, bir süre sonunda, istifra etmen bitiyor ve biraz soluklanıyorsun, elim hâlâ sırtında geziniyor, peçetelikten bir peçete alıyorum ve güzel dudaklarını siliyorum, sen ise güzel dudaklarına yakışmayacak şekilde, bir hıçkırıkla karşılık veriyorsun bana. O an, canımdan can kopartılıyormuş gibi hissediyorum Hoseok.
Ellerimi, kollarına indirerek seni ayağa kaldırıyorum, titreyen dizlerinse, hiç yardımcı olmuyor bana Hoseok, göğsüme, az önce sevdiğim sırtını yaslayarak benden destek alıyorsun, lavabonun önüne getirerek, ölüp bittiğim, narin ve titreyen ellerini yıkıyorum önce, gözyaşlarınsa hâlâ yüzünde tazeliğini koruyor, yüzünü ise sen yıkıyorsun, üzüntüme üzüntü ekleniyor, güzel yüzüne dokunmama izin vermediğin için.
Suyu kapatarak, tekrar peçete alıyorum ve sana uzatıyorum, ellerim belini sarıyor, çünkü tutmasam düşeceksin Hoseok, sanırım bunu bildiğinden, sende sesini çıkarmıyorsun, peçeteyle işin bitince, ellerini lavabo kenarına koyup kendine gelmeyi bekliyorsun, bense aynadan soluk yüzüne bakıyorum, içim yanarak.
Senin güzel yüzünü izlemeye dalmışken kapı hızlıca açılıyor, Jimin adını söylemeyi, bizi görünce yarım bırakıyor, sanırım yanlış anlaşılmaya fazla müsaitiz Hoseok.
"Hoseo-"
Ağzı açık bir şekilde bize bakmaya devam ederken, sen, narin ellerini, ellerim üzerine koyarak hafifçe sıkıyorsun.
"Teşekkür ederim..."
"Yoongi."
"...Yoongi."
İsmimi ilk defa o an ağzından duyuyorum, ismim, ilk defa birisinin ağzına bu kadar yakışıyor. Ellerimi, ellerinden ayırmak işkence gibi gelsede, mecburen ayırıyorum, elimden gelse, o elleri hayatım boyunca asla bırakmazdım Hoseok.
Jimin, gelerek koluna giriyor ve bana başıyla teşekkür ederek, küçük adımlarına uyum sağlayarak seni lavabodan çıkarıyor, bende, etrafı toparlayıp çıkacak iken, kapının yanındaki sopanı görüyorum, Tanrı şahidim Hoseok, beni aynı anda bu kadar mutlu edebilen ve bu kadar üzebilen hiç kimse olmamıştı hayatımda.
Yutkunarak sopanı alıyorum ve lavabodan çıkıyorum, Namjoon endişeli gözlerini bana çeviriyor ve elimdeki sopanı görünce, gözlerini kaçırıyor, sanırım çok berbat duruyorum.
Gözlerim masanıza kaydığında, gördüğüm tek şey masadaki, yarım kalmış portakal dilimleri oluyor, sanırım bu günden sonra, portakal dilimlerini menüden kaldıracağım Hoseok.
***
Selam yb atmayalı uzun(!) zaman oldu ühü :" özlemişim.
Az yorum yaparsanız birde çoksel olur :")
Birde şu küçük yıldıza da dokunursanız :"
Yazım ve noktalama yanlışlarım varsa kusura bakmayın.
Ben Ovi.
Güzel günleriniz olsun.♡
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Orange Juice ⚜ Sope
FanficVücudun kusurlu bir şekilde kusursuz. [Tamamlandı] 17 Mart Salı 2020