Bölüm 3

1.1K 205 90
                                    

Aradan günler geçiyor Hoseok, haziran ayı yerine temmuz ayını bırakıyor, pencere kenarlarında olan yıpranmış saksılardaki çiçeklere, renkli kelebekler misafir oluyor, tam tamına bir haftadır dükkânıma gelmiyorsun Hoseok.

Bu süre zarfında bende kalbimdeki küçük umut taneleriyle her sabah erkenden manava gidiyorum ve portakal alarak, senin için pasta ve kek denemelerine devam ediyorum, Namjoon her geçen gün pasta ve kekleri daha güzel yaptığımı söylesede pek inanamıyorum, zira Namjoon yalan söyleme konusunda çok başarılı.

Her gün yolunu gözlüyorum Hoseok, gözlerim sadece hesapları alırken kapıdan ayrılıyor, bu durum Namjoon'un fazlasıyla dikkatini çekiyor, son bir haftadır yaptıklarıma pek bir şey demesede, bir şeyler olduğunu tahmin ediyor, kafasındaki düşünceler, sen, Jungkook ve Seokjin, kapıdan girdiğinde, sana bakarken dudaklarımda peyda olan istemsiz gülümsemeyle, anlam kazanıyor, artık bir şeyleri anlayan sadece Jungkook değil.

Senin o naif suratını, âdeta güller açan yüzümle seyre dalıyorum, öyleki Jungkookun masaya ilerlerken bana bakıp kıkırdamasıyla kendime geliyorum, bu beni üzüyor Hoseok, bir hafta sonra o güzel yüzünü tekrar görmüşken, doyasıya izleyememek, çok üzüyor.

Masaya geçiyorsunuz, Jungkook eline menüyü alıp inceliyor ve Seokjine gösteriyor, Seokjin ise gülerek sana bir şeyler söylüyor, o sırada, o güzel elmacık kemiklerinde birer kırmızılık oluşuyor, sanki gül yaprakları yanaklarına yuva yapmış Hoseok, o an, dudaklarımı o kırmızılıkların üstüne örtmek istiyorum, teninin yumuşaklığını soğuk dudaklarımda hissetmek istiyorum Hoseok, kırmızılıkları kabul etmiş olan elmacıkların, benim ince, soğuk dudaklarımı da kabul eder mi?

Kalın, kalp şeklindeki dudaklarını birbirine bastırıyorsun, daha sonra ise bembeyaz dişlerinle onlara eziyet etmeye başlıyorsun, lakin eziyet ettiğin tek şey dudakların olmuyor Hoseok, sol tarafımda, âdeta yerinden çıkacakmış gibi atan kalbime de eziyet ediyorsun, ve Tanrı şahidim, ilk defa bir eziyete sesimi çıkarmıyorum.

Zarif ellerin önündeki menüye gidiyor, dişlerin hâlâ güzel dudaklarına eziyet ediyor, ince, uzun parmakların, kabartmalı noktalar üzerinde geziniyor, elmacık kemiklerindeki kırmızılık bir ton koyulaşırken, yüzünde, gözlerine kadar ulaşan büyük bir gülümseme yer ediniyor, öleceğimi sanıyorum Hoseok, sana yemin ederim o an, öleceğimi sanıyorum, çünkü küçükken en büyük dileğim, güzel bir manzara karşısında ruhumu teslim etmekti Hoseok, senin kızarık elmacıkların ve tarifi imkânsız gülümsemen karışısında canımı vermemişsem eğer, bu, ya ölümsüz olduğumun ya da senin daha güzel bir anını göreceğimin kanıtıdır.

Hyojong, sizin siparişlerinizi aldıktan sonra Namjoon'un yanına ilerliyor, lakin onu durdurup elindeki kâğıdı alarak mutfağa ben gidiyorum, siparişlere baktığımda arkadaşlarının siparişlerini Namjoon'a söylüyorum ve senin siparişinle ben ilgileniyorum, zira menüde o kadar çok çeşit varken, sadece portakal dilimleri isteyen tek sen olabilirsin Hoseok, siparişini gördükten sonra biraz duraksıyorum, bu, sırf senin için, binbir zorluklarla yaptığım pasta ve keklerden yemeyeceğin anlamına geliyor, üzülüyorum lakin, dükkânımda olduğunu ve siparişini benim hazırladığımı bilmek üzüntümün üstünü kapatıyor.

Portakalları özenle soyuyorum ve benden beklenilmeyecek derecede hoş bir şekilde tabağa diziyorum, siparişleri götürmek adına üstüme bir önlük geçiriyorum ve mutfaktan çıkıyorum, beni, üstümde önlük ve elimde tepsiyle gören Hyojong ve Hyuna fısıldaşmaya başlıyor, lakin sert bakışlarımı gördükten sonra susup diğer masalarla ilgileniyorlar.

Masanıza baktığımda geçenki masada oturduğunuzu görüyorum, tek fark oturma yerleriniz, bu sefer cam kenarında Seokjin ve Jungkook karşılıklı otururken, sen Jungkook'un yanında oturuyorsun, bu senin siparişini verirken, geçenki gibi kendine has kokunu alamayacağım demek Hoseok.

Nefesimi tutarak masanıza adımlıyorum, her adımda ellerimin titremesi bir tık fazlalaşıyor, öyleki Tanrıya bir rezillik çıkarmamak için yalvarıyorum.

Masanıza gelince konuşmayı bırakıyorsunuz, önce yine arkadaşlarının siparişlerini veriyorum Hoseok, ve Jungkook'un siparişini önüne koyarken, bu sefer tamamen mecburiyetten, biraz yakınlaşıyorum sana, lakin geçenki gibi kokunu alabilecek kadar değil, senin portakal dilimlerini de önüne koyarken, artık bana bakmadığın için kırılmıyorum sana Hoseok, muhtemelen kimsenin senin küçük kusurunu bilmesini istemiyorsun, fakat bilmiyorsun ki, sen o küçük kusurla bile kusursuzsun.

Size 'Afiyet olsun' diyerek arkamı dönüyorum, tam adım atacakken bileğimde, ince ve narin bir el hissediyorum, ardından 'Pardon...' diyen rahatlatıcı bir ses, bu ses, hayatımda duyduğum en güzel melodi, bileğimdeki elin ise dokunduğum en yumuşak ten Hoseok, önce bileğimdeki eline bakıyorum, daha sonra ise gözlerin karışılıyor benim şaşkınlık dolu gözlerimi, sen Hoseok, bir kere bile kafanı ellerinden kaldırmayan sen, gözlerindeki parıltılar, elmacıklarındaki hafifleyerek pembeleşmiş olan kızarıklıklar ve yüzündeki büyük gülümsemeyle bana bakıyorsun, bakıyorsun fakat görmüyorsun Hoseok, o zaman yutkunamıyorum, boğazıma binlerce düğüm atılmış gibi hissediyorum, sevdiğin kişinin sana bakıpta, seni görememesi nasıldır bilir misin Hoseok?

Ne kadar kendimi toparlamaya çalışsamda titremesine engel olamadığım sesimle seni cevaplıyorum,

"B-buyurun?"

Sesimle bileğimdeki elin yavaşça avuç içime doğru kayıyor, -orada saniyelikde olsa elinin bilerek oyalandığına yemin edebilirim lakin kanıtlayamam, Hoseok- parmak uçlarıma geliyor ve tenin tenimden ayrılıyor.

"Su alabilir miyim? Az önce söylemeyi unutmuşum, özür dilerim."

Bir ilahiyi andıran sesinle konuşunca, farkına varıyorum Hoseok, tıpkı geçenki gibi, başka bir isteğiniz olup olmadığını sormayı unuttuğumun, bendeki etkini görüyor musun Hoseok, aklımı başımdan alıyorsun.

"Bu benim hatam, asıl ben özür dilerim, size başka bir isteğiniz olup olmadığını sormam gerekiyordu, suyunuzu hemen getiriyorum."

Hızlı adımlarla tezgâhın altından bir pet su şişesi alarak tekrar masanıza geliyorum, suyunu önüne koyarken tekrar özür diliyorum, sen ise önemli olmadığını söylüyorsun, bende geldiğim hızla kasaya geri dönerek seni izlemeye başlıyorum, öyleki portakalları ağzına sığdırmaya çalışırken çok tatlı görünüyorsun, o zaman hafif şişmiş olan yanaklarına birer buse kondurmak istiyorum.

Yaklaşık yarım saat daha oturuyorsunuz ve bu sefer kasaya Seokjin geliyor, daha önce bahsetmedim lakin dükkânımda siparişler alınırken, müşterinin ismi üzerine alınıyor Hoseok, normal kafelerde, masada sayılar varken benim kafemde isimler yer alıyor, öyle ki Jungkook'un ismini bu şekilde öğrenmiştim, ve Seokjin'in ismini de öyle, tabi ki bana söyledikleri isimler gerçek isimleri olmayabilirdi lakin, sana arkadaşlarının fazla gürültücü olduğunu söylemiştim Hoseok, öyle ki hepinizin adını dükkânıma ilk geldiğiniz gün öğrendim, ödeme yaparlarken ise doğru söylediklerinden emin oldum.

Seokjin de ödemeyi yaparken tıpkı Jungkook'un ki gibi muziplik dolu gülümsemesiyle bana bakıp durdu Hoseok, bende daha fazla dayanamadım.

"Sende biliyorsun, değil mi?"

"Evet, bende biliyorum."

Sanırım, sana olan bu duygularımı, bir tek sen bilmiyorsun Hoseok.

***

Tamam bu sondu gqfsöpgsö

Yazım ve noktalama yanlışlarım varsa kusura bakmayın.

Ben Ovi.

Güzel günleriniz olsun.♡

Orange Juice ⚜ SopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin