Güneşimi Kaybettim

114 20 11
                                    

Bırak ay gitsin sen kal bu gece...

Yalnızlık ve bilinmezlik tarifsiz iki kelime... Yalnızlık insanı çaresizliğe sürükler.Tek başına kalınca oluşan yalnızlıktan bahsetmiyorum.Bahsettiğim iç yalnızlık insanın ruhunun yalnızlığı da denilebilir.Çaresizlik içinde tek ruhla tek bedenle savaşmak adeta çırpınmak.

  Bilinmezlik doğru yolda bile afallamak yapılan işlevleri beyinle değil uzuvlarla onaylamaktır.
   Ne şanslıydım ki!Ben bu iki muazzam kelimeyi iliklerime kadar hissediyordum.Yalnızdım çünkü etrafımda Güneşten başka hiçbir organizma solunum yapmıyordu.
Yapsa da tanıyacağımı sanmıyordum.
Bu dünyadaki herkese en az Güneş kadar yabancıydım.Kendime bile...
Güneş'e alışmaya çalışıyordum.Ama becerebildiğim kadar..
Tanımadığım ve nasıl biri olduğuna dair en ufak bir fikrimin olmadığı birine ne kadar güvenebilirsem ona da o kadar güveniyordum.
Güneşin tepelerin arasından yavaş yavaş görünmesiyle etrafımız aydınlanmaya başlamıştı.Güneş iki tepenin arasından doğduğu anda yanımda oturan sarı saçları dağılmış bir şekilde gökyüzüne bakan Güneş de esnemişti.Sanki iki tarafımda da aynı anda iki güneş doğmuştu.
Güneş gözlerini bana çevirip suratıma bakmaya başladı.
Ben de ona bakıyordum ama onun kadar ifadesiz baktığımı sanmıyordum.
Ben daha çok sudan çıkmış balık edasıyla bakıyordum.
Suratıma bana uzun gelen bir süre kadar baktıktan sonra başını iki elinin arasında sıkıca tuttuğu kitaba çevirdi ve silkelenip ayağa kalktı.Bana tekrardan bakıp “Ben aşağıdayım, yemek hazırlayacağım.”dedi.
Ben de onunla ayağa kalktım. Bana ‘sen ne alaka?’der gibi bir bakış attı.
“Ben de sana yardım ederim.”dedim.
Elini çenesine götürüp dişlerini sıktığını görebiliyordum.

“Yemek yaparken ayağımın altında gezilmesini sevmem.”dedi. Suratıma sahte bir gülüş yerleştirip cevabımı verdim.“Ben tarla faresi değilim Güneş.Ayağının altında gezinmem insan gibi yanında yardım ederim.”dedim.

Eğilip yere serili olan hırkasını eline aldı. Her hareketini kafamla takip ediyordum. Merdivene doğru giderken yüzüme bakmadan konuştu.
“Orası benim mutfağım ve mutfağımda başkalarını görmeyi sevmem. Alışkın değilim ki alışmama da gerek yok. Sonuçta senin gideceğini düşünecek olursak...”dedi ve sustu. Geriye kalan bütün kelimeleri yutarcasına yutkunup merdiven basamağına adımlarını basarak aşağıya indi. Gözden kaybolunca kendime gelip düşmemeye gayret ederken aşağıya inmiştim.Ön tarafa, giriş kapısına doğru ilerledim.Bu çocuk niye böyle davranıyordu bana? Dün gece de böyleydi.Acaba istemeden kalbini kıracak bir şey mi söyledim diye düşünmeden edemedim.Kulübeye giriş yaptığımda masanın üstünde domates mi yoksa masayı mı kestiğini anlayamadığım Güneş'i gördüm. Gidip usulca koltuğa yerleştim.
Sanırım böylesi daha güvenliydi.Sonuçta ıssız bir dağın başında 3.sayfa haberlerine gündem olmak istemezdim. Dünden beri uyku görmeyen gözlerim uyumamak için inat ediyordu. Güneş de benden farksızdı.Ela gözlerinin etrafı kızarmıştı.Suratında oldukça ciddi bir ifade vardı. Aslında şu an bulunduğumuz ortam da öyleydi.Kendimi şu an bi iş mülakatında,bir kurul toplantısında yahut bir evlilik programının karar anında gibi hissediyordum ve ilk sessizliği bozan evet bendim.“Bana neden bu kadar sert davranıyorsun.?”
Ekmek kesmeyi yarıda bırakıp kafasını bana döndürdü.“Misafir çok sevmem.Hem gelip geçici biri için fazla bile ilgiliyim.”dedi.   
“Gelip geçici?Beni bulduğunda böyle değildin ama...Gayet de iyi davranıyordun.”dedim haklı olduğumu düşünürken.Ama onun bakışları bu düşüncemi doğrular cinsten değildi.Bu bakışlarını sözleri devam ettirdi.“Seni bulduğumda böyle evime yerleşeceğini anlamamıştım çünkü.Bir de bayılmıştın, uyandığın gibi seni korkutmak istemedim.”dedi ve yemeğine devam etti.Onun için konuşma bitmişti ama benim daha konuşacağım şeyler vardı.“Bu kulübeye gelmem için ısrar eden sendin Güneş.Gelip geçici olduğumu söyleyen de sensin. Şimdi burada böyle oturmam sana batıyorsa ben giderim.”dedim ve elinin yumruk olmuş haliyle masanın üstünde durduğunu gördüm.Sonra havaya kalkıp sert bir şekilde masaya inişine de şahit olmuştum.O ise bir anlık sinirle bana dönüp bağırmaya başladı. “Gidersin tabi sen de gidersin.
Gitmek kolay,ne gerekir bir ceket bir ayakkabı... Bunlar ağır gelmez insana.O yüzden kolaydır gidene hayat.Asıl ağır olan ne biliyor musun hatıralar, yalnızlık,kimsesizlik bunlar zaten hepgeride kalana düşerler.Bu yüzden geride kalmak zordur.Ama sen gidersin Plüton hanım. Çünkü herkes gider en çok seven gider peki geride kalanlar onlara ne mi oldu?Onlar hayatlarına kaldıkları yerden devam edemezler . Çünkü mutlaka bir yerden yara almışlardır.En çok yaralayan da ne biliyor musun?Merhemin kalanın kalbine değil de gidenin bavuluna saklanması..”dedi.

Nefes nefese kalmıştı,deliye dönmüş gibiydi. Konuşması bittiği gibi demir askılıktan ceketini alıp gitmişti.Az önce bana anlattığı şeyi şu anda kendi yapıyordu.Bir ceket bir ayakkabı gidiyordu ve geride beni bırakarak. Gidişine bakakalmıştım.Kafamı cama çevirip peşinden baktım. Arabasının arkasında iz bırakarak gidişine bakakalmıştım.
Şehre  inecekti galiba ama yorgundu,uykusuzdu,öfkeliydi.

Arabayı nasıl kontrol edecekti?Asıl ben bu dağın başında kendimi nasıl kontrol edecektim?Kendimi bile zar zor hatırlarken beni burada bir başıma bırakmıştı.Üstelik gider ayak içindeki bütün öfkeyi de suratıma kusmuştu.Gerçekten bir lafım onun bu kadar canını yakabilmiş miydi? Bence haksızdı.Giden için hayat o kadar da kolay olamazdı.Kalanın canı yandığı kadar gidenin de yanıyordu.Kalanın suçlayacak birisi var en azından gidenin suçlayacak kimsesi olmadığı için kendini suçlar ve bu insanın daha çok canını yakar.Ama Güneş bunu anlamak istemiyordu.Anlamak istemediği için bu kadar öfkeliydi ama anlayacaktı. Anlayacaktı hayatın kalan kadar gidene de zor olduğunu.
_______________________________________
Gidene mi zordur kalana mı bugün ki sorumuz bu olsun siz Güneşi mi haklı buldunuz? Plütonu mu?
Evet yeni bölümde görüşmek üzere

KALBİMDEKİ GEZEGENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin