Ben bir daha sevmemeyi en sevdiğim insandan öğrendim... KÜÇÜK PRENS
Beklemek yılları yorar en acısıda beklemeye alışmak
Saat hiç icat edilmeseydi beklemek daha mı kolay olurdu acaba Güneş nöbetini aya devretmiş ben ise saatlerce sallanan bir sandalyenin tepesinde akrep ile yelkovanın birbirini kovalamasını izliyordum
Güneş bir sinirle gitmiş akşamın bu saatinde hâlâ gelmemişti onu bu kadar sinirlendiren şeyin ne olduğunu anlayamıyorum kuyruğuna basılmış kedi gibi fırlayıp gitmişti
Kedi demişken sanırım bu Güneş beyimizin bir de kedisi var aynı sahibi gibi huysuz mu huysuz inatçı mı inatçı olan bu gayrimeşru kedimizle Güneşi bekliyorduk bu boz renkli kedi yaşadığımız ufak çaplı arbededen sonra kucağımda mışıl mışıl uyuyordu parmak uçlarında boynunu ve karnını gıdıkladım gözlerini açıp sinirle baktı bana daha sonra kucağımdan inip açık kapıdan dışarı çıktı Bu ufaklığı sinirlendirmek hoşuma gidiyordu
Artık bu sandalyeden kalkma vaktim gelmişti kalktım odanın içinde volta atmaya başladım tam panonun önünde durduğum an gözüme notlar ilişti bir sürü renkli postit vardı üzerlerinde bir şeyler yazıyordu sırayla okumaya başladım çoğunlukta küçük prens'ten alıntılar vardı beğendiğu sözleri yazmıştı sanırım yalnız yeşil renkli bir postitte kalbindeki çiçekler hiç solmasın yazılıydı tuhaf olan notun altına Gülünden Küçük prensine yazıyorduBu üç kelimeyi sesli bir şekilde tekrarladım “Gülünden küçük prensine...”
Notların olduğu duvara gözlerim sabitlenirken iç sesimi durduramıyordum ama durdurmalıydım sürekli konuşup aklıma karıştırıyordu en çok da gitmem ve kalmam konusunda ruhumu ve bedenimi ele geçirmişti
Gitmem gerektiğini söylüyordu çünkü bir psikopatla dağın başında kalmam sakıncalıydı her saniye başında ruh hali değişiyordu hazır gitmişken ben de gitmeliydim ama belki de kalmalıydım belki sorunları var ve aşamıyor belki benim kalmam onun ilacı olur belki ben ona yardım edebilirdim...edecektim de onun bütün yaralarına ilaç bütün dertlerine derman olucaktım
Durdum... Gözlerimi duvardan çekip kendime ÇÜŞŞ!! emri verdim iç sesim baya yükselmiş çıtayı Everestin tepesine koymuştu tabiki böyle şeyler yapmıyacak gidecektim bu sefer kesin kararla kapıya doğru yöneldim
O da gitmişti ben de gidecektim ödeşecektik kapı kolunu hiçte nazik olamayacak şekilde tutup kendime doğru çektim kapının açılmasıyla iki tane koca balığın burnumun dibine girmesi bir oldu
Balıkların yavaş yavaş aşağıya inmesiyle yüzünü buruşturmuş ve gözlerini kısmış bir şekilde bana bakan Güneş göründü “hayırdır gidiyordun galiba” dedi elindeki balıkları yanında duran kovaya bırakırken başımı inkar edercesine salladım içeriye girip koltuğuna yerleştiHayır demiştim çünkü gitme fikrimi duyduğunda bir uzun paragraf dinlemiştim bir de gitmeye kalkıştığımı duysa bir uzun paragraf daha dinlemeye hiç niyetim yok
Hem gitsem nereye gidecektim en iyisi geri yerime oturmaktı kapıyı kapattım ve koltuğa oturmak için arkamı döndüm Güneş koltuğa kurulmuş yüzünde muzip bir gülüşle bana bakıyordu
İşte söylemek istediğim de buydu. Dengesizdi. Giderken esip gürlemiş kapıyı çarpıp gitmiş kedi gibi elinde balıklarla dönmüştü koltukta oturmuş montunu üstünden çıkarmaya çalışırken bir yandan da bana laf yetiştiriyordu “bir çay koy da içelim be Plüton yorulduk” dedi dünyanın en normal şeyini söylüyormuş gibiBozmak istemedim o imrendirici rahatlığını ve masanın yanında duran küçük tüpe doğru yöneldim çaydanlığı tüpün üstüne koyup altını yaktım bakışlarımı masanın üzerine çevirdiğimde ‘çayın yanına ne yapabilirim?’ diye düşündüm tek bulabildiğim şey kahvaltılıklardı domates salatalıklar için tabak ararken dolabı açtım ve küçük bir kavanozda bal buldum onu da tepsinin kenarını yerleştirdim çayları doldurup elime aldım
Kulübenin içine göz gezdirdim ama Güneşi göremedim galiba dışarı çıkmıştı elimdeki tepsi ile birlikte dışarı çıktım ve hiçte yanılmamıştım lacivert hırkasını giymiş gökyüzünü seyreden bir adet Güneş buldum gidip yanına oturdum bakışlarını bana çevirdiBir süre sessizliğin ardından sessizliği bozan yine bendim “anlat” dedim anlatacağı tüm her şey dinlemek ister gibi suratıma anlamamış gibi bakarak “neyi?” dedi suratımda bir tebessüm oluşurken devam ettim
“Gözleri uzaklara dalan birinin yakınlarda olmayan bir hikayesi vardır” dedim bilmiş bir şekilde bakarak Güneş ise hafif bir tebessümle yüzüme dalgın dalgın bakıyordu “Dünyadan Güneşe sesim geliyor mu oralara?” dedim
Sesimle hafifçe irkildi umursamaz tavrıyla çayından bir yudum aldı gülümseyerek bana baktı gülüşü yüzüne daha da yayıldı “niye gülüyorsun?” dedim kaşlarımı çatarak
Gözleri çay bardağına daldı sonra konuşmaya başladı “ne güzel söylemiş şairimiz nasıl içersen öyle hissedersin çayı ah çekersen sıcağı yakar içini derin bir nefes alıp mutlulukla yudumlarsan kalbini ısıtır işte benim ahlarım kalbimi öyle yaktı ki Güneşten geriye kalan küçücük bir umut ışıltısı oldu o da kendimi bile aydınlatmaya yetmiyor baksana hâlâ mutluluğu bir bardak çayda arıyorum” dedi ve çay bardağını kafasına dikti
Bende dertli dertli Güneşe bakıyordum ortamın hüznünü dağıtmak için çaya yöneldim bardakları doldururken bir yandan da ağzından laf almaya çalışıyordum Güneş yokken biraz şiir kitaplarını karıştırmışım
Bellek boş olunca bilgiler daha hızlı yükleniyor tabii bir de bu yolu deneyecektim “ ne güzel demiş şairimiz” dedim Güneş suratıma şaşkın bir ifadeyle bakıyordu devam ettim “geleydin bir çay içimi sen çay dökerdin ben de içimi benim için hali malum bu yüzden senin içe yöneliyoruz anlat bakalım nedir derdin”
Bakıyordu dalıp gitmişti yüzüme sonra o kelimeler döküldü ağzından “aynı karanlık da örtse üstümüzü herkes kendi gecesinde izler başka bir gökyüzü” evet karanlığı şimdilik farklı pencerelerden izliyor olabiliriz ama ben de Plütonsam o pencereleri teke indirmesini bilirim...
________________________________________
Evet yeni bölüm geldii Plüton fazla mı yükseldi ne 😂
Yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın sizleri seviyorum bir daha ki bölümde görüşmek üzere iyi okumalar....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALBİMDEKİ GEZEGEN
Teen FictionPlüton kovulmuştu Güneş'in huzurundan gezegenlerin arasındanda dışlanmıştı uzayın karanlığında kaybolmuştu uzayın derinliklerinde yaşama tutanacak mıydı ya da silinecek miydi sonsuzluğun karanlığından