Teoman-17
Kızların şaşkınlıklarının geçmesini bekledim ama hala kapı girişinde duruyorduk. Nil bunu farketmiş olacak ki bir adım geri çekilip bana yol açtı. Ayakkabılarımı çıkarıp eşiklikte durdum. İçeriye girip girmemek arasında tereddüt yaşayıp sadece bekledim. En sonunda Alin kolumdan çekip içeri girmemi sağladı. Bana sarılmamışlardı. Böylesi daha iyiydi çünkü sarılmalarını istemiyordum. Yavaşça salona doğru ilerledim. Kızlar da kapıyı kapatıp arkamdan geldiler. Koltukların önüne kadar yürüyüp durdum. Bunları aldığımız günü hatırlıyordum. Alin ile ben aynı fikirdeydik ama Nil ve Dolunay sıkıntı çıkarıp siyah kırmızı bir salon takımı beğenmişlerdi. Alin ile gri takıma onları ikna etmek için dilimizde tüy bitmişti. Ama sonunda gri takımı almıştık. Çünkü tozlanırsa onların sileceğini söyleyip korkutmuştuk. Arkamı dönüp kızlara baktım. Nil sarılmaya yeltenince bir adım geriye gittim. Bana sarılmasına izin veremezdim. İzin verirsem ağlardım ve dayanacak gücüm kalmazdı. Geriye gittiğim için ayaklarım koltuğa çarptı. Yavaşça koltuğa oturup kızların da oturmasını bekledim. Onlar oturunca uzun bir süre sessizlik oldu. En sonunda ellerim arasından kafamı kaldırıp televizyon ünitesinin ayaklarına baktım eski çizikler hala vardı. Gözlerimi ayırmadan konuşmaya başladım.
"Odam hala aynı mı?" diye sordum. Ağlamaklı bir ses tonuyla cevap verdi Alin;
"Evet"
"Uyuyabilir miyim? Söz uyanınca her şeyi anlatacağım ama şu an sadece uykuya ihtiyacım var." dedim zorlukla. Hıçkırarak ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.
"Şimdi anlatsan?"diye sordu Nil. Kafamı toplamadan anlatırsam atlardım ve her şeyi kesin olarak anlatmak istiyordum. Kafamı sallayıp reddettim.
"Uyusun uyansın. Biraz dinlensin. İzin verelim" dedi Dolunay. Anlayışı için ona gülümseyip ayağa kalkıp yavaşça salondan çıktım. Odamın kapısına kadar benimle gelen kızları umursamadım. Kapı kapalıydı. Önünde durdum gözlerimi kapatarak;
"Eşyalar duruyor mu? Benimkiler değil, onunkiler?" Boğazımda oluşan yumru yutkunmamı zorlaştırıyordu. Gözümden yavaşça akan gözyaşımı saklamadım. Kızların derin nefes alıp iç çektiklerini duydum.
"Hayır. İstemezsin diye kaldırdık. Ama görmek istersen yatağın altındaki büyük kutuda hepsi" Alin sorumu cevaplayıp hıçkırdı. Ağlamasına dayanamazdım. Arkamı dönmemek için kendimle kavga ediyordum. Dönme. Dönme. Dönersen dayanamazsın. Güçlü kalamazsın.
"Teşekkür ederim " dedim fısıltıyla. Kendi sesimi ben bile zor duymuştum. Odamın kapısını açıp içeriye girdim ve kapıyı ardımdan kapattım. Havasızlıktan oluşan kokunun geçmesi için balkon kapısını açıp yavaşça yatağıma girdim. Kafamı yastığa koyduğumda kokusu yoktu. Sadece yumuşatıcı kokuyordu. Sinirlenip yastığı yataktan fırlattım. Kızlara sinirlenmem saçmaydı ama engel olamıyordum en çok da kendimeydi sinirim. Yumruğumu ısırarak yatakta küçülebildiğim kadar küçülüp pikeyi üzerime çektim. Yatağın altındaki kutuyu açmamak için kendimi çok zor tutuyordum. Eğer açarsam kokusunu duyarım. Eğer koklarsam asla toparlanamam. Doktorun öğrettiği nefes alma tekniği ile kendimi sakinleştirip gözlerimi kapattım. Uyumak istiyordum. Ne kadar sakinleşsem de boğazımdaki yumru yutkunmamı zorlaştırıyordu. O sırada gözüm şifonyerde duran yarım parfüme takıldı. Gözyaşlarımı daha fazla tutamayarak hıçkırarak ağlamaya başladım. Ardı ardına akan gözyaşlarım ile yaklaşık yarım saat boyunca ağladım en son gözlerim yavaşça kapanıp uykuya yenik düştü. Aslında tam uyuyamıyordum. O geceden sonra hiç deliksiz uyuyamadım. Uyku ile uyanıklılık arasında ince bir duvar vardı ve ben sanki o duvarın üzerinde yürüyordum. O sıra yüzümde bir el hissettiğimi sandım. Tanıdık koku ciğerlerimi doldururken onun kim olduğunu gayet iyi biliyordum. Ağlamaya tekrar başlayınca bir ses sanki 'ağlama' dedi. Onun sesiydi. Hıçkırarak uyandım. O yoktu. Hiç olmamıştı. Yatağımda doğrulup biraz sakinleşmeye çalıştım. Duvardaki saate baktığımda saatin 13.00 olduğunu görmüştüm. Yaklaşık yedi saattir uyuyordum. Ayağa kalıp yerdeki yastığı alıp yatağa geri koydum. Öğlen sıcaklığı,odam düzgün güneş almadığı için odamı tam doldurmamış sadece hafif bir sıcaklık olmuştu. Masamın üzerinde bir bardak su görünce susadığımı farkettim. Suyu bir dikişte bitirdim ve bardağı masaya geri bıraktım. Odanın şekli değişmemişti sadece fotoğraflar kalkmıştı. Dolabımın kapağını araladığımda yarısı boştu. Onun kısmı boştu. Kapakları geri kapatıp komodinimin çekmecesini açtım. Oradaydı. Alin sevmediği için kaldırırdı sigaralarımı hep. Paketten bir tane dal alıp balkonuma çıktım. İki tane sandalye vardı. Biri benim biri onun. Ortada da küçük bir sehpa vardı. Onun üzerinde de küllük. Kızların toplamayı unuttuğu bir şey vardı. İzmarileri. Sarı filtreliler onun beyaz fıltreliler benimdi. Yaklaşık on tane sarı,beş tane beyaz vardı. Sigaramı hızlıca içip odadan çıktım. Çünkü kızlara açıklamam gereken iki yıl vardı. Salonda oturmuş konuşuyorlardı. Benim geldiğimi görünce susup koltukta yer açtılar. Oturdum.
"Anlatacağım size. İki yıl nerede olduğumu, ne yaptığımı. Ama bu konuşmadan sonra konu kapanacak. Tekrar açılmamak üzere. Çünkü dayanamıyorum." Yavaşça yutkunup konuşmaya başladım.
"O gecenin sabahı çıktım evden. Sonrasını biliyorsunuz. İfade verdik hepimiz tek tek. Eve sizden önce geldim çünkü ilk ben sorgulanmıştım. Eve geldiğimde Metin beni evde bekliyordu. Babamla konuşmuş. İstanbula yolladılar beni. Daha çantamı bile alamadan sadece telefonumla çıkardı beni evden. Uçağa bindik. Baba bozuntusunu sinirlendirmiştim. İstanbuldaki eve yerleştim. Uyuyamadım ilk on gün. Yemek yemedim. Sonra dadım anladı bir sıkıntı olduğunu. Kimseyle konuşmadım. Kimseyle. Ağzımı bile açmadım. Evden kaçmayayım diye tuttuğu dadıyla beraber beni İngiltere'de bir rehabilitasyon kampına kapattılar. İlk yıl odamdan çıkamadım. Kaçmaya çalıştım. Sakinleştiricilerimi arttırdılar. Kendimi bile tanımıyordum artık. İkinci yılın yarısında iyileştiğimi düşünüp ortak alana aldılar beni. En küçük bendim biliyor musunuz? Oraya kapatıldığımda on yedi yaşındaydım ya on yedi. Herkes beni kızı gibi sevdi. Yine de konuşmadım kimseyle. İki yılın sonunda çıkardılar beni. İstanbula döndüm. Benim yüzüme bakmaya dayanamayınca beni buraya yolladı babam. Bana siz bakın diye. İki hafta katil diye seslendi bana. Dayanamayıp erken geldim buraya. İşte böyle."
Kızların ağlama seslerini duydum. En sonunda Alin ve Nil dayanamayıp yanıma geldiler. Bana sarılıp ağlamaya başladılar. Dolunay ise mutfaktan bana su getirdi. Hepsiyle sarılıp bir saate yakın ağladık. Dayanamayıp ayağa kalktım. Acıkmıştım. Gözyaşlarımı temizleyip gülümsedim onlara.
"Ee ne yiyoruz?" Nil gülümseyip;
"Ne istersen" dedi.
"Mantı, mantı istiyorum."
"Yapalım gel." Mutfağa doğru ilerledik. Suyu kaynatıp mantıyı pişirmeye başladık. Yarım saat sonra sofra hazırdı. Masaya oturup yemek yemeye başladık.
"İşe girmeyi düşünüyorum. Kemal'in işi var mı hala?" Diye sordum
"O işlere tekrar girmeyeceğiz. Kemal istemedi. Hala işimiz var. O olaydan sonra hiç satmadık. Tabi polisler ensemizde olduğu için Kemal kendini riske atmadı. Ama onun her zaman senin için bir işi vardır. Konuş eski kafeyi ayarlasın" dedi Alin.
"O işlere asla bir daha girmem zaten. Eski kafe olur sevmiştim orayı. Kemal hala orada mı?" Diye sordum. Kafalarını salladılar. Yemekten sonra gidip konuşacaktım.
Kızların sofrayı toplamasına yardım ettikten sonra gidip üzerimi değiştirdim. Kızlara gittiğimi haber verip evden çıktım. Asansöre binip aşağıya indim. Demir kapıyı açıp çıktım. Adımlarıma bakarak başımı kaldırmadan barın önünden geçtim. Bakamayacaktım. İki bina ötesindeki kafeye girdim. Kafede değişiklik yapmamışlardı. Arka tarafa gidip kemalin odasının kapısını çaldım. Gir sesini duyunca kapıyı açıp içeriye girdim. Kafasını kaldırıp beni görünce gülümsedi.
"Alisa'm hoşgeldin. Baban arayıp söylemişti geleceğini." Gülümseyip karşısındaki deri koltuğa oturdum. Konuya uzatmadan girdim.
"İş istiyorum."
"Sana tekrar satma işi veremem"
"O işi öldürsen de tekrar yapmam zaten. Kafede işe tekrar başlamak istiyorum."
"Emin misin? Bir sürü anınız var burada. Daha kötü olursan?"
"Çocuk değilim ben Kemal. İki ay sonra yirmi yaşına gireceğim. Atlattım ben o günleri." Yalan. Koca bir yalan. Yine de inanmış olacak ki gülümsedi.
"Yarın her zamanki saatte gel." Kafamı sallayıp odadan çıktım. Yavaşça kafeyi gerimde bırakarak yürümeye başladım. Barın oradan kafamı kaldırmayarak geçtim. Eve geri geldim. Anahtarımla kapıyı açıp içeriye girdim. Kızlardan ses yoktu. İşe gitmiş olamazlardı çünkü pazar günü işleri yoktu. Salona girdiğimde koltukta oturuyorlardı. Alin kafasını elleri arasına almış oturuyordu. Nil camdan dışarı bakıyordu. Dolunay ise elindeki tablete bakıyordu. Rengi solmuştu ve kafasını kaldırıp bana baktı.
"Polisler No 113 davasını tekrar açmışlar..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
No 113
Short StoryKafamı ayaklarıma indirdim ve öyle yürümeye başladım. Ayaklarım ezbere bildiği yolları giderken birden durdum. Eğer kafamı kaldırırsam göreceğim yazıdan sonra tekrar toparlanamazdım. Gözyaşımın düşmesine izin verip adımlarımı hızlandırdım. Koşar adı...