İstanbul'da oldukça yağışlı bir akşam,
''Sayın yolcularımız Söğütlüçeşme durağımız bu istikametimizdeki son istasyonumuzdur..''
Çok geçmeden kulaklarımda yumuşak bir fısıltı işittim,
''Hanımefendi?.....Hanımefendi?...''
Tahminen yirmili yaşlarının başında güzel bir kızı bana bakarken buldum. Gözlerim gözlerine değdiği an ona hafifçe gülümsedim, o ise donuk bir ifadeyle suratıma baktı.
''Son durağa geldik, uyuyakalmışsınız sizi uyandırmak istedim.''
Kafamı kaldırıp etrafa bakındım. Buğulu camlardan dışarıyı görmek neredeyse imkansızdı, uyuyakalmadan önceki kalabalıktan şimdi eser yoktu, içeride benden başka kimse kalmamıştı.
Genç kız teşekkür etmeme fırsat vermeden hızlıca kapıdan çıkarak karanlıkta uzaklaştı, yine de arkasından seslendim.
''Teşekkür ederim.''
Vücudum bu yoğun tempoyu kaldıramamıştı ve günlerin getirmiş olduğu yorgunlukla eve dönüş yolunda bayılmıştım. İstanbul kalabalık bir kent olduğu için adapte olma konusunda oldukça güçlük çekiyordum. On beş milyon nefesin paylaştığı bu şehrin çocukluğumda bıraktığım gibi kalmış olmasını çok isterdim. Babamın işleri nedeniyle anaokulu yıllarımı geçirdiğim bu metropol, her geçen gün bana daha çok yabancılaşıyor gibiydi.
Dışarıda yağmur devam ederken vakit kaybetmemek için şemsiyemi çıkartıp minik bir sıçrayışla kaldırıma atladım. Topuklu botlarım ıslak betonda adeta yankılanıyordu, bu sese dikkat kesen yargılayıcı bakışlar ise beni oldukça rahatsız etmişti. Kafamı diğer yöne çevirdim; İnsanlar yağmurdan kaçmak için reklam panolarının altına sığınmışlardı. Her geçen saniye bakışlar çoğaldıkça hızla oradan uzaklaşmak istedim, turnikeden geçip ana yola ulaştım. Bu havada taksi bulmama imkan yoktu, ümitsiz bir şekilde yolun sağından yavaşça gelen taksiye doğru elimi salladım ve öylece yanımdan geçip gitti.
Hemen ardından gelen taksi selektörlerini yakıp tam önümde durdu ve camını araladı,
''İyi akşamlar, ne tarafa gideceksiniz?''
''İyi akşamlar, Suadiye.'' diye yanıtladım.
Biraz düşündükten sonra, ''Tamam, gelin.'' cevabı ile arka kapıyı açarak taksiye bindim.
''Soldan devam edelim, lütfen.''
Başımı cama yaslayıp uzaklara dalmaya başladım, yağmurlu havadan mıdır bilmiyorum yüreğim hüzün doluydu, bu kara bulutlar her geçen saniye buruklaştırıyordu vücudumun her bir parçasını.
Gözlerimi kapadım, kendimi bambaşka bir yerde hayal etmeye başladım; Boylu boyunca uzanan bir sahil, sessiz dalgalar ve ayağım değdikçe incelen kum taneleri. Sahilde kimsecikler yoktu, sessizlik palmiye ağaçlarının yaşlı gövdesinde yankılanıyordu. Zamansız bir zamanın içerisindeydim, özürlüğe susamış bir mahkum gibi daha da çok koştum uçsuz bucaksız mavi pınara doğru ve hiç düşünmeden kendimi maviliğin içine bıraktım. Bileklerime kadar uzanan beyaz elbisem suyun altında vücudumla bütünleşti, güneşi kucaklarcasına kollarımı iki yana açtım. Ruhum dinginleştikçe ciğerlerimdeki oksijen dudaklarımın arasından suya karışıp, balıkların kaygan yüzgeçlerine hayat veriyordu. Verdiğim her nefes tıpkı derin bir uykuya dalarcasına beni naif bir şekilde aşağı çekiyordu, belimi yumuşak bir şekilde kavrayan tuzlu su giderek serinliyordu. Kulaklarımda hissetmem gereken basınç tam olarak kalbimdeydi, kalbim o kadar hızlı atıyordu ki koskoca okyanusun içinde sessiz ama derin bir yankı vardı. Rengini kızgın bir güneşin ansız batışından alan mercanlar, sessiz vaveylamı duyarcasına bir o yana bir bu yana ağıt yakarak savruluyordu. Nasıl da güzeldi okyanusun içinde kaybolup gitmek...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIR
Mystery / ThrillerMissia, yirmi sekiz yıldır her gün aynaya baktığında ''kim'' olduğunun sorusuna bir verecek bir yanıt bulamamıştı, geçmişi hakkında hiçbir şey bilmiyordu. İstanbul'dan İngiltere'ye uzanan bu soluksuz macerada Missia kim olduğuna dair bu sır perdesi...