Benim adım Jungkook.
Ekranlarda gösterilen kişi bendim. Ve yerde gösterilen kişi de hayatımın aşkı. Son gördüğümde, kan gölünün içinde gözleri açık bir şekilde yatıyordu. 15 kusursuz silahlı soygun yapmıştık. Ama aşkla işi karıştırmak iyi bir fikir değildir. Güvenlik görevlisi ateş açtığında, kariyer değiştirmek zorunda kaldım.
Hırsızdan, katile.
İşte o anda kaçtım. Bir bakıma, ben de ölmüştüm. Ya da neredeyse ölüydüm.
11 gündür saklanıyordum. İspanya'daki her karakolda fotoğrafım vardı. 30 yıl ceza alırdım ve dürüst olmak gerekirse hapishanede yaşlanmak hiç bana göre değil. Kaçmayı yeğlerim, bedenim ve ruhumla. Eğer bedenimi götüremezsem en azından ruhum kaçabilir. Vaktim azalıyordu ve yapmam gereken önemli şeyler vardı. Aslında, tek bir tane.
Telefon kulübesine girdim ve etrafı gözetlerken aramam gereken kişiyi aradım.
''Alo?''
Sesini duyar duymaz dudaklarım yukarı kıvrıldı. ''Anne?''
''Nasılsın? Neler oluyor?''
''Haberleri gördün değil mi? Benim hakkımda dedikleri şeyleri.'' dediğimde onaylayan mırıltılar çıkardı. Gözlerim dolarken konuşmaya devam ettim. ''Biliyor musun? Seyahate çıkmayı düşünüyorum. Bir gemide aşçı olarak çalışırım. Bana bir yumurtayı bile kırmayı beceremezsin demez miydin hep? Böylece öğrenirim. Ne dersin?''
''Bu seyahat, bir daha seni göremeyeceğim mi demek?''
''Saçmalama'' dedim gülerek. ''Elbette göreceksin. Gelip beni görmen için sana bilet alacağım.'' dedikten sonra duraksadım. ''Yalnız mısın? ''
''Evet.''
''Dışarı çık, bakkala doğru yürü. Seni bulacağım.'' dedim ve telefonu kapatıp kulübeden çıktım.
O gün, katledileceğimden habersizdim fakat koruyucu meleğim kendini gösterdi. Bir koruyucu meleğin neye benzeyeceğini asla bilemezsiniz. Ama beklemeyeceğiniz tek şey, 1992 model bir Seat İbiza'nın içinde ortaya çıkmasıdır.
''Pardon, bir dakikan var mı?''
Aracın içindekine kısaca bakış atıp ''Hayır.'' dedim ve adımlarımı hızlandırdım.
Adam pes etmediğinde, adama flörtöz bir şekilde yaklaştım ve arabaya bindiğim an, silahımı çıkarıp ona doğrulttum. ''Kimsin sen? Polis mi?''
Adam ellerini iki yana açarak ''Dur, kendi ölümüne gidiyorsun. Özel harekat ekibi seni bekliyor. Altı gündür seni izliyorlar.'' dediğinde, bu sefer silahı kasıklarına doğrulttum. ''Sana neden inanayım? '' diye sordum silahı penisine daha da bastırırken.
İşte, Namjoon ile böyle tanıştım. Penisine silah dayayarak.
Benden izin isteyip kamerasını eline aldı ve bana gösterdi. Fotoğrafları teker teker gösterirken, her birinde kaşlarım çatılıyordu. ''Şu anda annenin evindeler. Sana bu yüzden yardım etmeye geldim. Bir iş teklifim var. Bir silahlı soygun. Eşi benzeri olmayan bir soygun. Kaybedecek pek fazla şeyi olmayan insanlar arıyorum. 2,4 milyar avro kulağa nasıl geliyor?''
Hiç kimse bu kadar para kaldırmamıştı. O yüzden, haberlerde fotoğrafım yeniden gösterilecekse en azından bu, tarihteki en büyük soygun için olacak.
----
Namjoon elindeki tebeşiri bıraktı ve bizlere dönüp gülümsedi.
''Hoş geldiniz. Öncelikle bu işi kabul ettiğiniz için teşekkürler. Burada yaşayacağız. Beş ay boyunca, bu soygunu nasıl yapacağımızı çalışacağız. Öncelikli kuralımız, ilişki olmayacak.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
La Casa De Papel | Taekook
حركة (أكشن)Bu bir soygun yada sisteme meydan okuma değil. Bu bir savaş. Kitap kapağı bana ait değildir. Edit sahibine ulaşmak için; instagram @mindales_