Dünyanın en geç gelen en kısa bölümüne hoş geldiniz. İyi okumalar~
Bir süre daha Jeongguk'un arkasından bakarak yalanımın sonuçlarının neler olabileceğini düşünüyorum. Yani aramızda bir şey olma ihtimali yok. Günlerdir kafamı meşgul ediyor olabilir evet ama ben bu durumdayken daha ilerisi olmalı mı ki zaten. Ne olacağını bilemiyorum bile. Önümüzdeki seneyi görebilme şansım bile düşükken - her zaman optimistik olmaya çalışıyorum fakat üçüncü evre akciğer kanserine sahipseniz bir yıl için yaşam oranınız %36 iken beş yıl için yaşam oranınız %5- olmayacak bir şeyin ardından kendimi üzmek istemiyorum. Hadi diyelim olmayacak dediğim oldu ve birbirimizi seviyoruz diyelim eğer şansım yaver gitmez de bu hayata veda edersem arkamdan üzülecek kişilere bir kişi daha eklemek de istemiyorum. Bakın içinizi karartmak falan istemiyorum ancak dediğim gibi bu hastalıktan kurtulamama ihtimalim de fazlasıyla yüksek. Evet ben de istiyorum aşık olayım, Namjin ikilisine -Namjoon ve Seokjin'e bulduğum çift adı bu- bunu söylediğim an Seokjin bana damatlık bakmaya başlasın, Jeongguk ile dışarıda gezerken cinsel yönelimimiz yüzünden linçlenebilecek olmanın tedirginliğini yaşayalım falan ama işte olaya başka yönleri ile de bakmam gerekiyor. Şu hayata hiç aşık olmamış biri olarak veda etmek istemiyorum ama bir gün gidersem aşık olduğum kişiye ne olur düşüncesi de çıkmıyor işte aklımdan.
Biraz karnımın acıkmaya başlaması biraz da aynı yerde oturmaktan sıkılmamla birlikte kafeden çıkıyorum. Dışarıda içinizi rahatlatabilecek türden bir hava var bugün. Mayıs ayının en sevdiğim aylardan biri olmasının nedeni de bu aslında. Sevdiğiniz müziği açıp gökyüzüne bakmak bile içinizi rahatlatabiliyor böyle havalarda. Birkaç mağazaya daha girip öylesine bakınıyorum ve sonunda eve gitmeye karar veriyorum. Açıkçası yürüsem mi yoksa bir taksi mi çağırsam konusunu bir süre düşünüyorum çünkü biraz yorgun hissediyorum ki bunun sebeplerinden birisi de kemoterapi eminim. En sonunda yürümeye karar veriyorum. Gezdiğim mağazaların, annemin arkadaşının olan ve saçımı boyattığımız kuaförün ve birçok diğer şeyin önünden en sevdiğim playlisti dinleyerek geçiyorum.
Bütün yolu bitirip evimizin önüne geldiğimde bizim sokakta daha önce görmediğim bu şehire ait olmadığı plakasından belli olan bir araba gözüme çarpıyor. Komşulardan birine misafir gelmiş ya da birisi yeni araba almış diye düşünüyorum. Kapının önüne geldiğimde anneminkine ek olarak daha önce görmediğim bir erkek ayakkabısı daha karşılıyor beni. Namjoon gelmiş olabilir diye düşünüyorum. Cebimden çıkarttığım anahtar ile kapıyı açarak içeri giriyorum. Annem ve tabiki yanında oturan Yeontan televizyona bakıyorlar. Annem beni gördüğünde "Hoşgeldin hayatım." diyor. Yeontan ise bana doğru koşarak geliyor, önümde duruyor ve başını merdivenlere doğru döndürüp havlıyor. Annemlere dönüp "Namjoon mu geldi? Dışarıda bir ayakkabı gördüm." diyorum. Annem "Hayır bebeğim baban ayakkabılarından birini ortalıkta bırakmıştır yine." şeklinde cevaplıyor, garip geliyor bu bana çünkü babamın böyle bir ayakkabısı olduğunu bilmiyorum.
Yeontan etrafımda dolanıp sonra merdivene dönüp havlıyor ve bu hareketini fazlaca tekrarladıktan sonra oyun istediğini düşünüp onu kucaklayarak yukarı çıkıyorum.
Her zaman kapatarak çıktığım odamın kapısı aralık duruyor ve Yeontan kucağımdan atlıyor ve koşarak o aradan içeri giriyor. İçeri girdiğimde beni yatağımda oturan Hoseok hyung karşılıyor. Açıkçası ne kadar yoğun olduğunu ve daha birkaç ay gelemeyeceğini bildiğimden önce şaşırıyorum. Ben ve şaşkınlığım odanın girişinde dikilirken Hoseok hyung benden önce davranıyor ve beni kolları arasına alıyor.
"Seni çok özledim." diyorum neredeyse ağlayacağımı belli eden bir sesle. "Ben de seni çok özledim Taehyung." diyor ve daha sıkı sarılıyor bana.
"Neden haber vermedin geleceğini?" hala omzuna gömülü yüzümden dolayı sesim boğuk çıkıyor. "Dün son anda bugünkü tüm toplantılarım iptal olunca özlemine dayanamadım haftanın geri kalan tüm toplantılarını da ben iptal ettim ve sürpriz olsun istedim."
"Hyung ya işlerin aksarsa, bir saniye tüm hafta burada mısın yani?"
"Evet tüm hafta buradayım maviş, ayrıca niye aksasın işlerim dönünce hallederim hepsini."
"Mavişmiş sen önce kendine bak saçlarını yine kızıl yapmışsın kıskandığımı bile bile yapıyorsun böyle."
"Sus bakayım bana diyene bak ne kadar yakışıklı olmuşsun hem sana yasak değil mi saçını boyamak falan nasıl izin aldın."Omuz silkiyorım. "Belki de son kez boyuyorum saçımı o yüzden zarar konusuna pek takılmadım açıkçası."
"Taehyung, sana sürekli ne diyorum hiçbir şey bitmiş değil bak başladın tedavine bi sonuçlarını görelim o zaman kapılacaksan kapılırsın umutsuzluğuna."
Omzundan başımı kaldırıp cevap veriyorum. "Peki hyung öyle yapalım." Onu daha çok üzmek istemiyorum.Günün geri kalanında yemek yiyor biraz daha sohbet ediyor ve oyun oynuyoruz. Her ne kadar önceden yaptığımız gibi sabahlara kadar onunla sohbet etmek ve bilgisayar oyunu oynamak istesem de günün sonuna doğru hem gezintimin hem de kemoterapinin etkisi ile bir yorgunlukla birlikte ağrılarım da geri dönüyor.
Kıvrandığımı ve gözlerimin kapanmaya başladığını gören Hoseok hyung "Sabah devam ederiz hadi." diyerek beni yukarı götürüyor. Her ne kadar içeride kanepede yatmak istese de ben benimle yatmasını istiyorum çünkü kollarının arasında olmayı seviyorum ve o yokken onu çok özlüyorum.
Sonunda kabul ediyor, pijamalarımdan birini - griden nefret ettiğini bildiğim için gri renkte olanı- ona veriyorum ve uyumak üzere yatıyoruz.
Uyumadan önce uzun zaman sonra ilk defa fazlasıyla mutlu bir gün geçirdiğimi düşünüyorum ve daha fazla böyle günler görebilmeyi diliyorum.
Fakat sabahım pek dilediğim gibi başlamıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the boy that i danced | taekook
FanfictionYeni bir slow şarkı çalmaya başlıyor ve asla yapmayacağım bir şeyi yapıyorum. Köşedeki çocuğun yanına ilerliyorum. Ve soruyorum. "Benimle dans eder misin?"