İyi okumalar~
İki slow şarkı boyunca dans ediyoruz. Konuşmadan sadece birbirimizin gözlerinin içine bakarak. Adını bile bilmediğiniz bir insan sadece gözlerinize bakarak bile size çok şey anlatabiliyor. İkinci şarkı da bittiğinde ona teşekkür ediyorum ve ayrılıyoruz. Ne komik değil mi? Adını bile öğrenmiyorum. Hangi bölümde okuduğunu, nerede oturduğunu, buraya kimlerle geldiğini, bizim üniversiteden olup olmadığını bile bilmiyorum. Masada oturmuş meyve suyumu yudumlarken -evet meyve suyu kanser olup da alkol alacak kadar da deli değilim merak etmeyin- bunları düşünüyorum yanıma gelmiş Namjoon'u farketmeden.
"Hey! Dalıp gitmişsin öyle. Dans ettiğin külkedisi saat 12yi geçtiği için gitti mi yoksa?" diyor komik olmadığını kendisinin de bildiği bir espriyi cümleye katarak.
Göz deviriyorum, gitme vaktimiz geldiği için yanıma gelmiş olsa gerek çünkü annemin sinirli hallerinden küçüklükten beri hep korkuyoruz ve eğer artık gitmezsek korktuğumuz başımıza gelecek gibi. Sessizce arabaya ilerliyor ve biniyoruz. Arabaya ilerleyişimiz gibi yolculuğumuz da sessiz oluyor. Evin önüne geldiğimizde yavaş bir şekilde arabayı durdurup beni yanağımdan öpüyor. Kapıyı açıp iniyorum ve açtığı pencereden bana sesleniyor.
"İyi geceler Tae. Yarın hastaneye gideceksiniz biliyorum ama geldiğinizde haber ver olur mu seni görmek istiyorum."
"İyi geceler Joon. Veririm tabii seni seviyorum kendine iyi bak ve Seokjin'e selam söyle olur mu?"
"Ben de seni seviyorum, söylerim selamını."
Konuştuğumuz pencereyi kapatıp arabasını geri çalıştırıyor ben de dış kapıyı açıp bahçeden içeri giriyorum.
O sırada tekrardan camı açıp sesleniyor arkamdan.
"Jeongguk"Anlamadığımı belirtircesine bakıyorum ona doğru.
"Dans ettiğin çocuğun adı Jeongguk, öğrenmediysen bilmek istersin diye söyledim."Kafamı sallayıp gülümsüyorum sadece. Jeongguk. Bilmek istiyor muyum bu ismi bilmiyorum. Bir daha karşılaşma ihtimalimiz çok düşük çünkü. Artık okula gitmeyeceğime göre -kimsenin beni kemoterapi aldıktan sonraki halimle görmesini istemiyorum çünkü insanların acıyan bakışlarıyla karşılaşmak istemiyorum beni anlıyorsunuz ya da anlamıyorsunuz her neyse- bir daha görmeyeceğim yıldız gözlü çocuğun adını bilmeden de devam edebilirim hayatıma sanki.
Kapıyı çalıyorum. Çok beklemeden annem açıyor. Kanser olmadan önce de her gece geç saatte gelecek olduğumda olduğu gibi uyumamış ve beni bekliyor. Elinde aynısından bana da yaptığından emin olduğum yeşil çay kupası var. Yeşil çay seviyoruz ve bir de dedikodu yapmayı. Ben ayakkabılarımı çıkartırken mutfağa ilerliyor ve tahmin ettiğim gibi üzerinde duman tüten ikinci bir kupa daha alıyor eline ve yanıma gelip bana uzatıyor.
Elindeki kupayı ortadaki sehpaya koyup koltuğa oturuyor, hareketlerini tekrarlayıp sanki koskoca koltukta hiç yer yokmuş gibi dibine oturuyorum. Tek kolunu bana sarıyor ve bu sayede daha da dibine giriyorum. Saçlarımı kokluyor ve öpüyor.
"Papatya kokulu oğlum benim, neler yaptın anlat bakalım."
Hep böyle hitap ediyor bana sakın papatyalı duş jeli falan kullandığımı sanmayın papatyaları öldürmeyi sevmiyorum. Annem küçüklüğümden beri kokumun papatya gibi olduğunu iddia ediyor sadece bu.
Her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatıyorum çünkü her zaman her şeyi konuşuyoruz. Jimin'den başkasının bu kadar güzel bir parti düzenleyemeyeceği konusunda bana katılıyor, alkol almadığım için seviniyor -ki buna neden sevindiğini anlamıyorum saçımı boyamış olabilirim evet bu da bir tür zehir ama sadece beynimi uyuşturacak bir zehri vücuduma alacak ve kendimi daha da kötü edecek değilim sonuçta-, şarkı söylediğimi duyduğunda benimle gurur duyuyor ve Jeongguk olayını anlattığımda gözleri doluyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the boy that i danced | taekook
FanfikceYeni bir slow şarkı çalmaya başlıyor ve asla yapmayacağım bir şeyi yapıyorum. Köşedeki çocuğun yanına ilerliyorum. Ve soruyorum. "Benimle dans eder misin?"