prologue

94 21 13
                                    

16 haziran 2007

nereden çıkardığını hatırlamadığı vidayla bakışıyor ve elinde çeviriyorken; kendini bütün bilim adamlarının önderi sayıyordu esmer çocuk.

odasının tam orta yerinde paramparça ettiği kırmızı bisiklet ve nereden olduğu belirsiz parçaları, ona kaydettiği ilerlemeleri hissettiriyor ve zaferin hazzına daha da hızlı erişmek istemesine neden oluyordu.

park suntae; yedi yaşını henüz doldurmamış, her zaman düşüp kendini yaralamış, bağırmaktan hiç yorulmamış, böceklere bir kere bile yanaşamamış ve kırmızı bisikletinin bir gün uçacağına az buçuk canından inanmış, henüz bir parçasını yaşadığı ömrünü de tamamen buna adadığını savunan bir çocuktu.

odasının kapısına astığı "SUNTAE'NİN LABORATUVARI, ANNEM KESİNLİKLE GİREMEZ!" tabelası, odasına sürekli bırakılan meyve tabaklarının önünü kesmeye yetmiyordu. bu, suntae'nin sinirlerini ölesiye bozuyordu.

yine de her seferinde tabağı bitiriyordu. çünkü kim jaewoo'dan kısa olmaktan çok korkuyordu.

'sufjan stevens- visions of gideon,
mystery of love,

woo, gözlerine ve hassas cildine çarpan güneşten rahatsız olup, biraz gölge amacıyla elini yüzüne siper etti.

bu tepeye çıkmayı çok seviyordu. mor kelebeklerin ondan kaçmadığı tek yer burasıydı.

çok üzülüyordu woo. insanlar ona yaklaşıyor, kelebekler ise bir o kadar uzağa kaçıyordu. bu sessiz çocuk için hayatının tüm gürültüsü suntae yetiyor, artıyordu. başka kimseyle arkadaş olmak, konuşmak istemiyordu. kelebeklerini ise kesinlikle geri istiyordu.

"jaewoo! jaewoo!"

tepeye her seferinde böyle koşarak çıkan çocuk, yine şaşırtmamıştı woo'yu. içindeki enerjiyi bir türlü sığdıramıyordu hiçbir yere.

"hoş geldin, suntae."

suntae, sonunda tırmandığı tepede hızını kesmeden kendini woo'nun yanına attı.

ilk zamanlar woo, arkadaşının buraya gelmesini hiç istemezdi. çünkü kelebeklerinin kaçacağından çok korkardı.

fakat iş ya; bu çocuğun gülümsemesi kelebekleri bile mest ediyor olmalıydı, daha da toplaşıyorlardı yanlarına. kaçmanın ihtimali bile olmuyordu.

bu yüzden suntae, woo'nun tek arkadaşıydı. yanında durmasına izin verdiği tek insan.

"buluta bak, şu buluta bak!" daldığı düşüncelerinden sıyrılıp esmer çocuğun heyecanla gösterdiği buluta çevirdi yüzünü, woo.

biraz gözlerini kısması gerekmişti rahatsız olmaması için. çok hassas bir bünyeye sahipti, dokunsanız kırılacak bir porselen bebeği kadar narindi. ve biraz dikkatli davranması gerekiyordu.

çünkü doktorlardan ölesiye korkuyordu.

nihayet odaklandığında gözünün önünde beliren şekille birlikte "tren..." diye mırıldandı istemsizce.

"kesinlikle, bir trene benziyor!" suntae, bulutları şekillere benzetmeyi gerçekten çok eğlenceli buluyordu. "acaba kaybolduğunda başka galaksilere mi yolculuk yapıyor olacak? bunu hiç bilemeyeceğiz woo, ne kadar üzücü, değil mi?"

değildi. ama kafa sallaması gerekiyor gibi hissetti küçük çocuk.

"bir gün ben de bir trenle başla galaksilere yolculuk etmek isterdim."

hayallerle büzülen dudaklarına baktı woo; yaratıcı düşleri asla susmayan, beyni takır takır işleyen çocuğun.

"ben de geleyim mi?"

"gel tabii ki! sensiz hiçbir yere gidemem."

gülümsemesini saklama gereği duymadan gülümsedi, woo. belki de ilk kez.

"öyleyse kesinlikle seninle geleceğim."

'sufjan stevens- futile devices.

woo/9
suntae/7

*şuraya da bi etiket ama devam etmicem muhtemelen cok cringe iyi aksamlae

♕ ⋮ ᗰY ᖴIᖇST ᗩᑎᗪ ᒪᗩSTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin