8 ocak 2007
suntae, elindeki sepeti sıkı sıkı tutmaya çalışırken; göremediği merdiven basamaklarını aşmak ona çok zor geliyordu.
fakat bir şey olmaz, diye düşündü. bu kadar yolu gelmişken, kahraman olmadan dönmeyecekti. woo'nun kahramanı olmadan.
'foster the people- pumped up kicks,
kim jaewoo, karların camlara usulca vurduğu bu kış vakti; alışılagelmiş hassas bünyesinin yol açtığı griplerinin birini daha geçiriyordu.
fazla ağır olduğu söylenemezdi belki, ama dışarı çıkıp suntae'yle kar topu savaşı yapmasını engellemeye yetecek kadar kötüydü sonuç olarak.
ve bu woo'nun gerçekten de sinirini bozuyordu. çünkü esmer çocuğun o sıcak gülüşünün bu karları da eritip eritemeyeceğini görmeyi çok istiyordu.
üşümekten titreyen omuzlarına battaniyesini atıp camının hemen yanına kuruldu. annesinin hazırladığı bitki çayının kokusu buharına karışıp solmuş yüzüne çarpıyor ve rahatlatıyordu tıkanmış burnunu.
suntae; karların, bulutların yırtılmış yanlarından düşen pamuklar olduğuna inanırdı. aynı kendi ayıcığından dökülen pamuklar gibi.
woo bu fikri hiçbir zaman onaylamamıştı, ona hiç doğru gelmiyordu. fakat, inanması gerekiyormuş gibi hissediyordu. çünkü kendi bildiği doğrular ona böyle hissettirmiyordu.
dümdüz yolda bile düşüp kendini yaralayabilecek kadar dengeden aciz bir çocuğun duraksızın işleyen aklından, hayallerinden sıyrılıp gelen saçma tanılar jaewoo'ya huzur veriyordu. karlar, böyle huzur dolu anlarda bir döngü olayı veya basit bir hava durumu olmaktan çıkıyordu.
aniden ardına kadar ittirilen biberon desenleriyle bezenmiş kapısı onu transından aniden çıkartmış, yüreğini hoplatmıştı.
"woo! sana kurabiyeler yaptım!"
'girl in red- forget her,
suntae, küçük ellerinin alabildiği kadar hamuru sıkıp-büzerek kendince kalpler yapmaya çalışmış ve elbette ki pek başarılı olmamıştı. tanrı aşkına, parmak boğumlarıyla pişmiş hangi kurabiye başarılı olabilirdi?
fakat woo için bu biçimsiz kalpler belki de yağan kardan bile zevkliydi.
belki karları eritemez, dedi. ama kurabiye pişirebilir.
'lord huron- the night we met,
woo'nun yüzünün öyle düşük olduğu anlar, esmer çocuğun modunun nadiren düşük olduğu böyle anlara sebebiyet veriyordu.
woo pek sık gülmezdi, bu suntae için hiç sorun değildi. suntae gülerdi, hatta bazen iki kişilik bile neşe saçardı. kendisi ve woo için.
ama woo; aynı şekilde, pek sık üzülmezdi de. ve eğer woo üzgünse, suntae yere göğe sığdıramadığı enerjisinin kırıntısını bulamazdı, yaşıtlarına göre gelişmiş bile sayılsa hâlâ daha küçük olan bedeninde.
"problem ne?" diye sordu dayanamayıp. saniyede bir burnunu çeken bu sessiz çocuğun derdini kendi kendine açmayacağını biliyordu. bilecek kadar tanıyordu. "neye üzüldün böyle?"
"karlar," dedi woo. "oynayamadık. hastalandığım için hem de." derin bir nefes aldı. konuşmak bazen dünyanın en zor eylemi haline geliyordu. "yüzünde nasıl duracağını merak ediyordum."
suntae, bir süre sesini çıkartmadı. çünkü o da jaewoo'yu bembeyaz karlar içinde görmek istiyordu. tenine karlar değiyor ve yüzünü pembeleştiriyorken...
aklına gelen fikirle birlikte yeniden doğar bir edayla fırladı yerinden. bulduğu kalemleri bir bir avucunda topluyorken çok aceleci ve eliçabuk davranıyordu. bu telaşın kendini yorduğuna kanaat getiren woo, esmer çocuk tekrar yanına oturana kadar gözlerini kapalı tuttu ve biraz bile açmadı.
suntae ise, artık merakını gidermenin yolunu biliyordu.
elinin altındaki sıcak yanağı sol tarafa kırdırıp önüne tuval çeken ressam dikkatinde odaklandı önüne serilmiş bir diğer yanağa.
woo, teninde mavi bir kalem geziyorken kıkırdamaktan kendini alamıyordu. çünkü kalem gerçekten de çok soğuk ve huylandırıcı geliyordu.
"işte!" diye bağırdı suntae. "artık teninde karların nasıl durduğunu biliyorum!" küçüğün hapşırıklarından dolayı biraz büzülmüş olan bu kar tanesi, dışarıda yağan binlercesini alt edecek güzellikteydi. tüm eğri çizgilerine rağmen.
woo, aynaya bakmasına bile gerek kalmadan ezberlediği şeklin üzerinde gezdirdi elini. evet, evet kar oynamak, gülüşünün gerçek sıcaklığını test etmek hala istiyordu, hiç vaz geçmiş değildi.
fakat aklında bambaşka bir şekil vardı.
dizilmiş, tek tük renklerden sarıyı bir çırpıda eline alıp o da aynı şekilde bir tuval serdi kendi önüne.
her zaman onunla birlikte olan çizim yeteneği sayesinde çizdiği bu güneş, bir tür illüstrasyon gibi görünmeyi kolaylıkla başarabilmişti.
suntae, aynada yanağına baktığı zaman; hayatının şokunu ve sevincini belki de aynı anda yaşıyordu.
woo'nun, kendisini 'hayatına doğmuş bir güzel güneş' olarak gördüğünü de böylelikle öğrendi.
adı her zaman "sun" kaldı. kimin arasındaysa, kim sesleniyorsa.
fakat tabii ki basit bir isim, ne kadar sıcak olursa olsun; "bulutunu eriteceğim!" diye iki yanağı birleştirmeye çalışan ve ittirilen bu küçük haylazı mikroplardan korumaya yetmedi.
yine de suntae, her hapşırığına değeceğini biliyordu. her birine.
'cavetown- fool.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
♕ ⋮ ᗰY ᖴIᖇST ᗩᑎᗪ ᒪᗩST
Fanfiction➳ᴛʀᴇɴᴅᴇ ᴋᴀʀsɪʟᴀsᴛɪɢɪᴍɪᴢ ʏᴀʙᴀɴᴄɪʟᴀʀ, ʙᴜʏᴜᴅᴜɢᴜᴍᴜᴢ ɢᴜᴢᴇʟ ᴀɴɪʟᴀʀ