/4

45 8 10
                                    

5 şubat 2008

sun, hiç susmayan kapı zilinden usanıp; istemeye istemeye tornavidasını bıraktı ve kapıyı açmaya koştu.

böyle anlarda annesine çok sinirleniyordu. sırf eli hamurlu diye kapıyı açmaya yeltenmeyen ve inatla oğluna seslenip duran annesi, bir bisikletin uçuşunu ne denli yavaşlattığının farkında bile değildi.

çattığı kaşları ve toparladığı dudaklarıyla açtığı kapının ardında duran woo, suntae'ye bir an tüm icatlarını unutturdu. kırmızı bisikletini bile.

"annem beni azarlıyordu, evden... kaçtım. gelebilir miyim?"

'sofia mills- coffee breath,

sun, sütlü kahvesinin buharıyla burnunu ısıtmayı çok seviyordu. hem böylelikle bir yandan da kahvenin soğumasını beklemiş oluyordu. sıcak içecek içemeyen kendisi için kârlı denebilecek bir şeydi.

woo ise içten içe sun'ın odasının tam ortasında bir bisiklet bulunmasından hoşlanmıyordu. bazen yürürken ayaklarına vidaların battığını hissediyordu, fakat arkadaşının huzurunun bozulmaması için yüzüne herhangi bir mimik yansıtmıyordu.

yine de tüm bunlara rağmen; suntae'nin laboratuvarına aldığı tek insan olmanın bilinci onu mutlu ediyor, ayrı hissettiriyordu.

"annen seni aramak için buraya gelirse ne yapacağız?"

suntae, onu dolaba saklamanın çok klişe kaçacağını düşündü. başka bir yer lazımdı. masa altı? başka bir yer...

"gelmeyecek." dedi woo. "hiçbir zaman gelmedi."

böyle olduğunu da elbet tabii biliyordu sun. jaewoo'nun ailesi her zaman korktuğu ve sinirlerine hakim olamadığı insanlar olmuştu. çünkü jaewoo'suna kimse böyle davranamazdı. ailesi bile.

yine de elinden bir şey gelmiyordu; elli tane de bardak kırsa, kimseye haber vermeden küsüp darılsa da, woo'nun ailesini değiştiremezdi.

bu yüzden, boğazındaki yumruyu yutmaya çalışıp "çadırım var!" diye şakıdı. "orada güvende oluruz, çadırımda saklanabiliriz."

woo, omuz silkti. bunlar pek de önemli şeyler değildi. suntae'yle beraber olduktan sonra büyük-küçük bir çadırmış veya yeterince oksijen varmış, kimse nefes alamazmış, bir şey ifade etmiyordu.

'brazzaville- sleep on my shoulder,

suntae, jaewoo'nun neden surat astığını anlayamıyordu.

iki çocuk yan yana yatıyorlardı, yine beraber uyuyacaklardı ve bu gerçek belki de suntae'yi pozitif duygulara sürüklemeye tek başına yetecek güçteydi.

fakat jaewoo, dakikalardır surat asıyordu ve suntae artık bu duyguların sadece kendinde işlediğinden çok korkuyordu.

"sorun ne?" sun, meraklı bir çocuktu. kaldı ki bu zaten her bilim adamında olması gereken, kült bir özellikti fakat sun fazla meraklı bir çocuktu. birçok şeyi düşünmeye bile çalışmadan sorar, yanında kim var kim yok canından bezdirirdi.

basit bir "sorun ne?" sorusu, suntae'nin sormaya korktuğu ilk soruydu.

"ayıcık." dedi woo. "sorun ayıcık. aramıza soktun ve ona sarılıyorsun?"

suntae, anlamadığını hissetti.

"sarılıyorum-"

pekala, pembe yanaklı jaewoo dünyanın en şirin varlığı olabilirdi.

ve tam da bu yüzden suntae; bir kez daha düşünmeden sardığı oyuncağı yere fırlatıp kolunu woo'nun beline doladı.

kulaklarına ulaşan kıkırtı, belki de ilk defa duyduğu bir şeydi. hep duymak isterdi.

"ışığı kapat, uyumak istiyorum."

"nasıl istersen." suntae, boştaki eliyle prize uzanıp etrafı karanlığa boğmadan önce; jaewoo'ya basit bir iyi geceler öpücüğü vermek gibi bir aptallık yaptı. "iyi geceler woo."

iyi ki, diye düşündü jaewoo. iyi ki suntae tam bir aptaldı. "iyi geceler sun."

'lana del rey- happiness is a butterfly.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Apr 16, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

♕ ⋮ ᗰY ᖴIᖇST ᗩᑎᗪ ᒪᗩSTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin