2

486 29 7
                                    

"Korkuyorum. Daha önce hiç bu kadar yüksekten düşmemiştim. Okyanus gözlerine düşüyorum. O okyanus gözlere."

🎧OCEAN EYES — BILLIE EILISH🎧



🌸






Teneffüs zili çalar çalmaz sırada duran kitaplarımı aldım ve öğretmenden önce dışarı fırladım. Dolabıma kitaplarımı yerleştirirken bir taraftan da koridorun öbür ucuna bakıyordum. Daha sınıf kapısı açılmamıştı. Dolabımdan yere bir şeylerin düşmesiyle irkildim. Daha sonra Yun eğilip bana kitaplarımı uzattı ve güldü, "Biraz yavaş bak. Çocuk bir yere kaçmıyor." dedi. Gözlerimi devirdim ve başımı tekrar koridorun öbür ucuna çevirdim. Sınıftan çıkmış, arkadaşlarıyla konuşarak aşağı kata iniyordu. Yani kantine gidiyordu.

"Kantine gelmek isteyen var mı?" diye soran Lia'nın yanına ışınlandım ve bileğinden tutup koşmaya başladım. Koşarken bir yandan da kahkaha atıyordu.

Felix'i görmenin üzerinden tam bir ay geçmişti. O günden sonra hiç bir şey eskisi gibi olmadı. En azından benim için. Daha önce hiç görmediğim biri şimdi her yerde karşıma çıkmaya başladı. Koridorda, spor salonunda, yemekhanede, kantinde, okul yolunda . . . kısacası her yerde. Onu umursamamaya çalışıyorum, görmezden gelmeye ama o sanki bana inat edermişçesine burnumun dibinde bitiyor. Düşünmek istemediğim halde aklıma sürekli onu ilk gördüğüm an geliyor. Bu aşırı can sıkıcı bir durum. Hele ki bu konu hakkında sürekli sizle dalga geçen arkadaşlarınız varsa .  .  .

"Bak seninki orada." diye gözleriyle Felix'i işaret etti Lia. Önce kaşlarımı çattım, sonra ise gözlerimi onun olduğu tarafa çevirdim. Bizden önce geldiği ve çok sıra olmadığı için vakit kaybetmeden üst kata çıktı. Bende kollarımı göğüsümde birleştirip Lia'yı beklemeye başladım. Geldiğinde aldığı iki kutu sütten çilekli olanı bana verdi ve elindeki çikolatayı ikimize paylaştırdı. Son derse girmek üzere sınıfa çıktık.

Zil çaldıktan sonra çantamı omzuma taktım ve okul bahçesine indim. Banklardan birine oturup, okul dolabımdan aldığım patenlerimi giydim ve eve doğru ilerlemeye başladım.

Okuldan çok uzaklaşmamıştım ki Felix'i gördüm. Küçük kardeşi ile siyah bir arabaya biniyorlardı. Her gün onları okul çıkışında bu arabaya binerken görüyordum. Birden ayağıma takılan bir şey yüzünden yere düştüm. Hay aksi! Bir bu eksikti. Ayağıma takılan şey bir taştı. Acıyan bacağımı tutarken içimden 'umarım beni görmemiştir' diye düşünüyordum. Bu çok utanç vericiydi. Araba hareket etmeye başladığında hemen pozisyonumu değiştirdim ve sanki yere bir şeyimi düşürmüş gibi davranmaya başladım. Araba uzaklaştıktan sonra yavaşça kalktım ve derin bir oh çektim.

Eve vardığımda evde tek kalmaktan sıkılmış olan Milka üstüme atlayınca güldüm ve onunla biraz oynamaya başladım. Kendisini biraz yorduktan sonra odama çıktım ve üstüme rahat bir şeyler giydim ve ödevlerimi yapmaya başladım. Sıradan bir akşam geçirmiştim işte.

Sabah evden çıkmadan önce kapımın üstünde "Milka'yı bu sabah veterinere kontrole götüreceğim, gezdirmeye çıkarmana gerek yok." yazısını görmüştüm. El yazısından annem olduğunu anlamıştım. Benim için sorun değildi bu yüzden patenlerimi giyip evden çıktım.

Kaldırım taşlarını izleyerek giderken birden sırtımda iki el hissettim. Daha sonra beni hızlıca öne itti ve birine çarpıp popo üstü yere düştüm. Kulağımdaki kulaklık çarpma etkisiyle boynuma düşerken, yere yapışan ve uygulanan baskı yüzünden sızlayan bileğimin acısıyla başımı arkaya çevirip, "Buraya gel seni aptal!" diye bağırdım, beni ittikten sonra kaçan siyah kapüşonlu sweatshirt giymiş gence. Uzaktan kadın mı yoksa erkek mi olduğu anlaşılmıyordu.

the truth untold • lee felixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin