Bahçe kapısından geçip evin kapısının önünde dikilmeye başladık. Bir süre birbirimize baktıktıktan sonra Anna kapının tokmağını üç defa sertçe çaldı. Saniyeler içinde kapı açıldı.
"Hoşgeldiniz değerli misafirler." dedi kalın ve düzgün konuşan ses.
"Messer Leonardo, Alfonso, Leydi Anna. Ve... ""Maria." dedim. Beni kısık gözlerle süzdü. Pazarın etrafında gördüğümüz evlerin giydiği aynı tonda bir elbisesi vardı. Ve uzun beyaz bir sakalı vardı. Tokalaşmak amaçlı elimi uzattım. Ama elim havada kaldı.
İçeri geçtik. Bir koridordan geçip odaya vardık. Kocaman, yüksek tavanlı bir odaydı. Oda boştu, tavanda asılı olan avize parlıyordu. Açık bir pencere vardı. Pencere avluya bakıyordu.
"Saat beşte yemeğe bekleniyorsunuz. İyi günler."
O uzaklaştıktan sonra Alfonso'ya yaklaşıp kulağına fısıldadım.
"Madem yemek beşte, neden bu kadar acele ettik?"
"Yemeğin hep beşte yendiğini hepimiz biliyoruz. Senin için erken geldik." dedi. Anna da bize yaklaşıp "Seni bu dünyadaki en ruhsal insanla tanıştıracağız." dedi. Ancak o an durumun ciddiyetini anlamadım. Anna'nın omzunun üzerinden uzaklaşan Leonardo'yu izledim. Yürüdü, yürüdü, koridorun kapısından çıkıp gitti.
"Hadi gidelim o zaman."
"Gitmeye gerek yok ki."
Odanın içinde bir kadın belirdi. Ortalama bir boyu vardı. Çok zarifti. İnce belinden aşağı dökülen siyah saçları, keşişe benzeyen adamınkiyle aynı renk ipek elbisesi, parıldayan mavi gözleri vardı. Bembeyaz teni yeni doğmuş bir bebek gibi parlıyordu.
Yüremeden, adeta süzülerek yanımıza geldi.
"Auran insanı ısırıyor, biliyor musun?" dedi bana. Güldü. "Sanırım Alfonso'dan beter bir öğrenci olacaksın." Alfonso'nun yere baktığını gördüm.
"Ah, Alfonso... Utanmana gerek yok. Bazen senin inadın bile bazı şeylerin üstesinden gelemez." Alfonso kafasını kaldırıp hışımla kelimeleri ona fırlattı. Dişleri adeta gıcırdadı konuşurken.
"Kimseden utandığım yok." dedi. "Doğuştan yetenekli değilim, çabalayıp kazanmak istediğim bir şey de değil bu zımbırtılar. Eğer öyle olsaydı zaten istediğimi alırdım."
O'nu ilk defa bu kadar kızgın gördüm. Siyah saçlı kadının pek umrunda değil gibiydi.
"Anna, bu kızın bir büyücü olduğunu anlayabilmene şaşırdım doğrusu." dedi. Anladığıma göre Anna bunu bir iltifat olarak aldı. Kadın ise etrafımızda turluyordu. "Ben bile şüpheliydim bu eve girene kadar." Önümde durdu. Yüzümü incelemeye devam etti. Gözü alnındaki yaraya takıldı.
"Yeni bir iz, öyle değil mi küçük hanım? Üstelik öyle normal bir kesik değil. Çok derin." Kafamı salladım. Elini dokunmak üzere alnıma götürdü ama elini tuttum.
"Dokununca acıyor." dedim. Biraz sert çıkmıştı sesim.
"Gerçekten... Bu kadar çetin ceviz olmanı beklemiyordum. Bu yaraya nasıl katlanabildin?"
Omuzlarımı silktim.
"Alfonso, Anna, bizi bu kızla yalnız bırakabilir misiniz?" dedi. Anna ellerini arkasında birleştirip "Leydi Raperin, ben burda beklesem olmaz mı? Neler yapabileceğini merak ediyorum." dedi. Bana içten bir şekilde gülümsediğini gördüm.
Alfonso ise kapıyı çarparak gitti.
Leydi'nin koyu mavi gözleri hala üzerimdeydi. Beni incelemeyi bırakınca yaklaşık adım uzaklaştı. Anna da öyle.
"Öncelikle bilmeni isterim ki... Büyücü olman güçlerini kontrol edemediğin sürece hiçbir işe yaramaz. Güçlerini ise ancak ruhlarla anlaşabilirsen kullanabilirsin. Bu biraz zaman alabilir." dedi. Anna'ya bakarak devam etti. "Ancak anladığıma göre akşam yemeğine kadar bir şeyler kapman gerek. Rohan kimseyi boş yere takıma katmaz."
"Elimden geleni yaparım." dedim. Leydi elleriyle hareketler yaptıkça odada eşyalar belirmeye başladı. Bir kitaplık, bir koltuk, bir masa. Anna kanepeye oturdu. Leydi kitaplığa doğru süzüldü. Kalın, bordo ciltli bir kitabı alıp sayfalarını çevirdi.
"Senin gibi aurası ısıran, sert bir öğrenci görmeyeli çok oldu. Yaklaşık yüz yıl, belki de yüz elli."
Şaşırdım. Demek ki dış görünüşü bir aldatmacaydı. Yani ne bekliyordum ki, otuz yaşında falan olmasını mı?
Leydi bana doğru bir kez daha baktığında midemin içeride ters döndüğüne yemin edebilirdim. Refleks olarak tek elim ağzıma, tek elim karnıma gitti. İç organlarım yer değiştiriyordu sanki.
"Çakralarını açmadığım sürece ruhları göremezsin." dediğini duydum, ancak ne demek istediğini anlamamıştım.
Canım çok acıyordu. Nefes almaya çalışıyordum ancak akciğerlerim bunu reddetti. Bu nedenle öksürmeye başladım. Tesbih böceği gibi kıvranıyordum, en sonunda dizlerimin üzerine çöktüm.
Yanılmıştım, burası elimi kolumu sallaya sallaya kaçabileceğim bir yer değildi.
İradem sarsılıyordu. Başım dönüyor, yer sallanıyordu. Burnum kanamaya başladı. Resmen işkence ediyordu bu kadın bana. Bense hiçbir şey yapamıyordum karşısında ve sadece acıyla inliyordum.
"Merak etme, bu çakraları açmanın en kolay yöntemi. Eğer kendin çalışsaydın yıllarını alırdı. Oysa akşama kadar bir şeyler yapman gerek değil mi?"
Dalga geçen sesi kulaklarımda çınladı. Anna yanıma gelip beni yerden kaldırdı. Koltuğa oturduk. Leydi de karşımıza dikildi.
"On beş dakika içinde kendine gelirsin. Sonra derhal çalışmaya başlarız."
Ve yok oldu. Koltuğun arkasına sırtımı yasladım ve kafamı geriye attım. Ellerim ve bacaklarım uyuşmuştu. Burnumdan akan kan kazağımı ve mavi pantolonumu mahvetmişti. Anna'nın biriyle konuştuğunu duydum ancak bilincim açılmakta zorluk çekiyordu. Bir süre öylece yığıldığımı hatırlıyorum. Sonra da uyudum sanırım.
"Leydim, bugün çok üstüne gitmediniz mi? Zaten yeterince anormal şey gördü. Şimdi kendisinin de anormal olduğunu görürse zihinsel sağlığına ne olur? Başkan Dell'Arte bu akşam onu normal bir misafir olarak ağırlayabilir. Bu kadar üstüne gitmemelisiniz. Henüz kendini insan sanıyor. "
"Maria sandığından güçlü bir kız Anna. O'nun kadar sağlamını gözlerimle ilk defa gördüm. Onun gibilerin söylentileri hep dolaşırdı. Buraya ilk geldiğinizde küçük bir oğlan çocuğu vardı, hatırlıyor musun?"
"Evet. Ona o kadar yüklenmiştiniz ki... Küçücük çocuğun sonunu da hatırlıyorum."
Gözlerimi açtığımda ikisinin de bakışları bana kaydı.
"Hazırım." dedim.
"Öncelikle, tebrik ederim Maria. İnsanın çakralarını kendi açması ve açtırılmasının arasında çok büyük farklar var. En son başka birinin çakralarını açtığımda delirmişti."
Bunun gibi manyak birine saygı duymam gerekecepi aklımın ucundan geçmezdi ancak ayağa kalktım, hafifçe eğilip "Teşekkür ederim efendim." dedim. Aslında bakarsanız Leydi'nin oldukça sakin bir tavrı vardı. Ancak bana az önce yaptıkları bu tavrıyla ters düşüyordu.
"O zaman camın önünde geç. Anna sen de kitaplığın önüne."
Dediğini yaptık. Artık Anna sağ çaprazımda duruyordu. Leydi masanın üzerindeki kırmızı bezle gözlerimi bağladı.
"Gözler gerçeği göremez. Gözler ruhları da göremez. Şimdi senden kendini kasmayı bırakmanı istiyorum. Renkler görmeye başlayınca haber ver."
"Ben renkleri zaten görüyorum."
Endişeli birer suratla birbirlerine baktıklarını ve odadaki havanın biraz bile olsa ısındığını da hissettim. Tam olarak nerede olduklarını görmüyordum ama hissedebiliyordum.
Üstelik odada yalnız olmadığımızı da.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Savaşlar ve Şeytanlar
Fantasy"Hiç bu kadar güçlü hissetmemiştim. Sanki damarlarımdan kan değil güç akıyordu."