'' 17 yaşındasın kendine gel ya, ne gibi bir hayat amacı bekliyorsun ki?''
'' Hayır yani bütün yaşıtlarından ne farkın var?''
'' Doğmuşsun şu dünyaya 50-60 yıl debelenecek, aşık olacak, üzülecek, sevilecek
en sonunda torununa şu kadınları bir türlü anlayamadım evlat diye öğüt verip kalp krizinden gideceksin.''
'' Git okuluna arkadaşlarınla eğlen, öğretmenlerinden sanki senden yarım saat önce kitaptan ezberlememişler gibi bir şeyler öğren.
keyfine bak ya''
Kafasının içinde fazlasıyla dolaylı konuşmalar yaşanıyordu Tuğkan'ın. Gerçi zaten tek dolaylı ve olaylı olan kafasının içiydi.
son yarım saattir yataktan kalmak için kendine moral konuşması yapmaya çalışsada sonuç olarak daha çok moralini bozmuştu.
Yavaşça yataktan dışarı uzattı ayaklarını, soğuk zemine değmeden önce terliklerini aradı gözü. Terliklerini giydi ve ellerini sallayarak ayağa kalkıp kendine gelmeye çalıştı.
Kız kardeşinin toplanmış temiz yatağına baktı. Sanki odanın ortasında görünmez bir duvar varmış gibi geldi. Odanın bir yarısı fazlasıyla pembe, temiz ve ışılışıl iken diğer yarısına adeta bulut çökmüş gibiydi. Halının o yarısı bile daha kirliydi.
''Ah erkekler'' dedi kendi kendine
'' Hepimiz aynıyız.''
Banyoya doğru geçerken salonda oturan annesine
''Günaydınlar efendim, hatr-ı keyfiniz nasıllar acaba?'' dedi ama cevap almadan banyoya doğru devam etti. Gerçi anneside bu alaycı tavırla pek baş edecekmiş gibi durmuyordu.
Elini yüzünü yıkayıp biraz daha uykusu açıldıktan sonra mutfağa geçti. Ailecek kahvaltı yapmak veya akşam yemeği yemek gibi huyları yoktu.
Bir kaç parça kahvaltılık çıkartıp masaya koyduktan sonra buzdolabından meyve suyuna elini uzatırken dolu olması için dua etmeye başladı.
O sırada mutfağa giren kız kardeşinin kafasına attığında canını yakmayacak veya kahvaltı yaparken içilebilicek kadar dolu olmadığını fark ettiğinde hedef yerini çoktan bulmuştu.
Kardeşinin tepkisizliği annesinden aldığını düşünmeye başladı.
'' Kafana meyve suyu attım insan bir düşünmez mi? Canım ağabeyime ne gibi bir hatada bulundumda bana böyle bir cezayı layık gördü diye? Ha?.'' dedi Tuğkan. Kardeşinin telefonu bırakıpta kaynamasını beklediği suyun başından bir cevap vermeyeceğinden çok emindi.
Belki su kaynadıktan sonra Tuğkan'ı bir kaç ay yanık kremiyle gezmek zorunda bırakabilirdi ama cevap vereceğini hiç sanmıyordu.
Küçük kardeşi Ezgi mesajının son harflerinide ''tık''lattıktan sonra Tuğkana doğru dönüp
''Aramızdaki 1 yıllık yaş farkından dolayı kendini ağabeyim sandığın yetmiyor birde benden ağabeyimmişsin gibi mi davranmamı istiyorsun?.'' dedi Ezgi.
Tıpkı Tuğkan'ında düşündüğü gibi bu pekte cevap niteliğinde değildi.
'' Sende haklısın elimde olgunluk, yetenek ve güzel ders notları gibi kanıtlar varken 1 yaş büyük olmamı öne sürmek saçma olurdu.''
Kardeşiyle günlük rutinini tamamladıktan sonra kahvaltısını yaparken okulu göz önünde canlandırdı. Yapacağı, gideceği veya söyleyeceği her şeyi önceden düşünürdü. Alternatif geleceği tasarlıyormuş gibi hissediyordu. Boş zamanlarını değerlendirmek için güzel bir aktivite gibi düşünüyordu başlarda ama bir süre sonra her hareketinde alternatif geleceği tasarladığı için sonuçlar pek hoşuna gitmemeye başlamıştı.Ders programını hatırlamaya çalıştı, tabi önce hangi günde olduğunu bilmesi gerekiyordu. Telefonundan tarihe baktı.
''Salı günleri hangi dersler vardı ya?''.
İçeriden sanki tüm gün bunu duymayı beklermişçesine bağıran annesinin ses tonu pek memnun değildi.
'' Ben saçımı süpürge ettim yıllardır çabalıyorum. Benim oğlum gittiği okulda bırak dersi öğrenmeyi hangi derse gireceğini öğrenemiyor.'' dedi.
Tuğkan annesine sürekli bir şeyler açıklamaktan bıkmıştı.
'' Annecim, canım annecim. Girdiğimiz sınavlarda bu soru hangi derse aittir diye sormuyolar ki. Önemli olan dersi derste dinlemek. Hangi ders olduğunu kim ne yapsın.'' dedi. Bir yandanda masayı toplamaya başlamıştı.
Saatine baktı, dersin başlamasına 20 dakika vardı.
'' 3 dakikada giyinsem, 7 dakikada okula yürüsem. Geriye kalan 10 dakikada parkta sigara bile içerim.'' diye düşündü. Tabiki bunu içinden söyledi çünkü sizinde bildiğiniz üzere sıradan Türk gençleri annesine ben sigara içiyorum diyemez.
Odasına girdi, üniformasını giydi hızlıca ders programını kontrol edip çantasını düzenledi.
Yola koyuldu ve okulun yanında ki parka geldiğinde henüz daha 12 dakikası vardı.
''Çok düzensizsin Tuğkan'' dedi kendi kendine
''Yapmışsın kafanda bir plan uysana işte ne yapacaksın 2 dakika fazlayı şimdi.''
Banka geçti okul çantasından sigarasını çıkardı ve bir tane yaktı.
Bu kafasının içindeki kavgaları seviyordu aslında, karşısında ki insanı kırma korkusu olmadan rahat rahat konuşabiliyordu çünkü kafasının içinde.
Yakın arkadaşı Buğra yanına gelirken sigarası bitmek üzereydi.
'' Bu akşam, saat 8'de, sokağın başından seni alıyorum, kızlarla canlı müziğe gidiyoruz.'' dedi Buğra. Bütün planı çoktan kurmuş sadece Tuğkanı haberdar ediyordu sanki.
'' Kızlarla takılacağım diye ödevimi yapamıyorum, hocalar notumu düşük giriyor, yıl sonu sınavda bir bok beceremiyorum, annem beni ekmek bıçağıyla doğruyor, çok yakında kanka.'' dedi Tuğkan. Arkadaşıyla aynı ses tonunda sanki bir plandan bahseder gibi söylemişti. Buğra bir anlık duraksadı.
'' Akşam 11'de aynı sokağın başına geri bırakıyorum, mutlu mesut defter kalemine kavuşuyosun, uygun mu?'' dedi. Tuğkan'ın bahane uydurabileceği başka bir şey olmadığı için memnun gözüküyordu.
'' Ha, 200 lira hesap ödedikten sonra akşam 11'de eve yine bir başımıza dönüyoruz yani?''
'' Dönüyosun, ben 3 aydır çıkıyorum oğlum kızla. Bir zahmet beni o saatte kurt'a çakala yem etmesin '' dedi Buğra. Ses tonundan kendine güveni ve neşeli olduğu belli oluyordu.
'' Bu mahallenin kurt'uda çakalıda sensin oğlum ya, hadi derse'' dedi Tuğkan arkadaşının omzuna elini atarken.*********
Öğle molasında kantine doğru giderken dün yediği tostun bayat olduğunu hatırladı, acaba dünkü bayat olduğu için bugün malzemelerin yenisini sipariş verip bayatları çöpe atmışlarmıydı?. Yoksa kimsenin umurunda değildi ve yinede herkes gidip o tostu alacakmıydı?
Sanırım bu rus ruletini oynamam lazım diye kararını verdiğinde çoktan kantine ulaşmış kalabalığın arasından parasını görevli hanıma vermek için yalvarıyordu. Etrafta ki seslere kulak kesildi bir an.
'' Abla bi salamlı tost abla!.''
'' Abla! Benim karışığı n'aptın abla gözünü seveyim ya.''
'' Oğlum açılacağımda nasıl, klişe olsun istemiyorum.''
'' Gençler, simit var mı ya?''
Bu savaşı kazanmanın tek yolunun desibel artırmak olduğunu fark edip, bir kaç okul arkadaşını ezdikten sonra Çarşı Taraftarı'ymışçasına
''Abla bir karışık yap!'' diye bağırdı.
Elinde ki para lateks eldivenli hanımefendi tarafından alındığında içini bir mutluluk sardı.Bahçede oturmuş tostunu yerken okulun umursamayıp dünkü bayat malzemeyi satmaya karar verdiğini anlamış ve yinede Dominik Cumhuriyeti'nde 14 gün aç kalıp o tost için zorlu bir parkuru bütün arkadaşlarından önce bitirmişçesine yumulmuştu.
''Heyecan'' dedi kendi kendine.
''Şu monotonluğa birazcık heyecan gerek sadece.''

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Valknut
ФэнтезиAklınıza gelebilicek en sıradan Türk gencini düşünün ve hayatının düşünemeyeceğiniz kadar büyük bir değişime uğradığını... Hafta içi okuluna giden matematiği sevmeyen, arkadaşlarıyla bilgisayar oyunları oynayıp her liseli çocuk gibi geceleri sınıfın...