Ben koşarken rüzgâr saçımda ve tenimde dolaşıyordu. Ayaklarım sertçe zemine çarparken adımlarımın her biri şüphesiz bir amaca yönelikti. Ayakkabılarımın patikada çıkardığı ses düzenli ve aynı ritimliydi. Önce biri sonra diğeri, tekrar tekrar... Akmaya başlayan yaşlar gözlerimi yakarken damarlarıma hücum eden kanı hissedebiliyordum. Ayaklarım kalbimin ritmini yakalamaya çalışıyordu. Ormanda yalnızca onun sesi yankılanırken ismimi söylemeye devam ediyordu. Ama onu görmezden geldim. Ne yaptığımın farkındaydım ve kesinlikle telafi edilemezdi.
"Luna! Luna, bekle."
Nefesim iyice sıklaşmışken ağlamamaya çalıştım. Kes ağlamayı, ağlamayı hak etmiyorsun. İsmim ağaçların arasında tekrar duyuldu. Sesi her seslenişinde biraz daha cılız ve güçsüz çıkıyordu. Yorulduğuna emindim. O çok güçlüydü ve iyi bir koşucuydu. Fakat ben daha hızlıydım, daha dayanıklıydım. İçimde bir adrenalin patlaması vardı nükleer bomba gibi.
"Luna, bekle. Bu son."
Ayak seslerinin kesildiğini duydum. Devam edemeyecek kadar nefessizdi. Durmadım. Patikadan çıktığımda ayağıma takılan otların küçük dokunuşlarını hissediyordum. Doğruca karşıya koştum. Gür ağaçların yapraklarının gökyüzünü kapladığı yere doğru.
"Luna!"
Sesi şimdi daha cılızdı. Ama durgun ormanda hala duyulabilirdi. Düzene sokmaya çalıştığı yorgun nefesinin sesini duyabiliyordum. Koşmayı yine de bırakmadım.
Aniden karnımda hissettiğim keskin acı bütün vücuduma şok dalgası yaydı. Durdum, en yakın ağaca yaslanıp hıçkırıklarıma ve vücudumu ele geçirmeye çalışan yorgunluğa rağmen nefesimi yakalamaya çalıştım. Ciğerlerim yanıyor, bacaklarım ağrıyordu ve görüş alanım bulanıklaşmıştı. Yeniden yürümeye başladığını duydum. Bana doğru yavaş adımlar atıyordu. Ona arkamı döndüm, bana bakmasını istemiyordum. Yaptığım şeyden sonra olmazdı. Bakışlarının üzerimde olmasını hak etmiyordum. Hiçbir şey hak etmiyordum.
"Luna!"
Sesi nazikti, bana yaklaşmayı bıraktı. Dokunmak ve beni rahatlatmak için uzanmadı, teselli etmek için uğraşmadı. Sadece bekledi ve beni izledi.
Acı yavaş yavaş azalmaya başladığında etrafa yeniden odaklanabildim. Nefeslerim normal ritmini yakalarken gözyaşlarım kurumaya başlamıştı.
"Benden uzaklaşmalısın." dedim koşmaktan dolayı boğuklaşmış sesimle.
"Benden uzaklaşabildiğin kadar uzaklaşmalısın."
Cevap vermedi. Ona bakmamı istediğini biliyordum ama yapamazdım. Yere bakmaya devam ettim. Yıpranmış tenis ayakkabılarıma ve ayaklarımın altındaki küçük yeşil bitkilere...
"Beni duydun mu?" diye sordum gözlerimi yerden ayırmadan.
"Ne dediğimi duydun mu?"
"Evet."
Gözlerimden akmaya başlayan yaşları silmek için uzandığımda bileğimi yakaladı.
"Bana bak Luna."
Kolumu ondan kurtarmaya çalışırken fısıldadım.
"Bana dokunma."
Bileğimi bırakmadı.
"Bana bak."
Bir anlığına gözlerimi kapatıp başımı iki yana salladım. Hafif bir esinti ağaçlıklardan bulunduğumuz yere geliyordu. Gözlerimi açtım ve kendimi ona bakmaya zorladım.
Kaşlarını birleştirmişti ve dudakları bir çizgi halini almıştı. Gözleri -rengi zümrütle eşleşen- çok yoğun bakıyordu. Koyu renk saçları hafif rüzgârda karışmıştı. Bakışlarımı yakaladı, ne düşündüğümü anlamaya çalışıyor gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Evergreen [h.s] (Türkçe)
Fiksi PenggemarLuna ve Harry'nin hikayesi unutulmuş bir doğum günü, kirli aile sırları ve dört mevsim yeşil ağaçlarla dolu bir ormanı bir araya getirdi. original writer @seasidestyles Thanks for your permission.