Bu Hayata Bayıldım

42 5 2
                                    

24 Eylül 2015 Suriye- Rakka 

O gün annem okuldan izin alıp son derse girmememi söyledi. Elinde yoklama kâğıdıyla sınıfımıza yaklaşan Elvin öğretmenimize usulce yanaştım. Yüzüme takındığım mahcubiyetle önce annemin selamını ilettim, izin aldıktan sonra sınıftan çantamı kaptığım gibi koşar adım okulun merdivenlerinden indim. Bahçede beden eğitimi dersinde olan komşumuzun kızı Ceylin'e el sallayarak okuldan ayrıldım. Ceylin'le hep aynı sınıfta olmak istemiştim ama maalesef o 13 ben ise 12 yaşındaydım. Oysaki mahallede, hatta bu kavurucu coğrafyada ondan başka anlaşabildiğim, meyve ağaçlarına tırmandığım, komşunun tavuklarını kovalayıp, dağ keçileriyle birlikte zıpladığım arkadaşım yoktu.  

Bir gün hiç unutmuyorum; Onunla birlikte sarp kayalıklardan keçilerin yanına tırmanırken ayağı dev bir kayanın arasına sıkıştı. Keçilerden biri yanına yaklaşarak gün ışığında adeta taptaze çimen gibi parlayan saçlarını kokladı. Anlamamış olacak ki pembe dilini saçlarında bir süre gezdirdi. Gülmekten kendimi alamadım. O ise can havliyle Minel, şu keçiyi başımdan al, dürt, it, bir şey yap diye bağırdı. Yüzündeki absürt mimikler hala aklımda. 

Keçiden ve kayadan kurtulduktan sonra hastaneye babamın yanına götürdüm. Ceylin, yaramazlıklarını annesine söylememeleri için babamı tembihledi. Babam ise evdekilerin anlamaması için ince bir sargı beziyle ayağını sardı. Ayağına çorabını geçirdi. En az iki hafta bu şekilde dolaşmasını ve ağrı kesici merhemini sürmesini istedi. Bizi şehir merkezinde bir vakaya giden ambulansa bindirerek eve gönderdi. Ceylin iki hafta korkusundan aynı çorapla dolaştı. Ayağında resmen eşek ölüsü taşıdı.  Ailesi çok garipti bence...  

Onlara göre; kız çocuğu dışarıda oynamaz, kız çocuğu bisiklete binmez, kız çocuğu erkeğe selam vermez, kız çocuğu pantolon giymez, kız çocuğu arkadaşlarıyla dolaşmazdı. Çünkü Şer-i Şerif kız çocuğu ergenliğe girdikten sonra bunlara izin vermezdi.  Aslında biz de mutaassıp bir aile sayılırdık. Dinimiz belliydi. Annem hiçbir vakit namazını kaçırmayan, hoşgörülü, yardım sever, şefkatli ve açık görüşlü biriydi.  Bizim bu topraklardaki farkımız İstanbul'da doğmuş olmamızdan ziyade annemin ve babamın kolejlerde üst düzey eğitim alıp, ikisinin de doktorluk yapmasıydı. Zaten hem onların insaniyetli hem de idealist kişiliklerinden dolayı bir yıldır Rakka'daydık.  

Nefes nefese tozlu yollarda koşarak eve vardım. Annem çoktan hazırlanmıştı bile. Kardeşim Ömer paytak paytak odada dolaşıyordu. Henüz 2 yaşında olmasına rağmen yürümesi çok hızlıydı. Merdivenleri kimseden destek almadan inip çıkıyordu. En güzel yanı da tombik yanakları ve minik gıdısıydı. Saatlerce öpebilirdim. Öyle de yapıyordum zaten. Arada bu durumdan rahatsız olunca huysuzlanıyordu. Annem, o huysuzlanınca rahat bırakmam için nazikçe kolumdan çeker, dayanamayıp kendisi öpüp koklardı. Bu sefer Ömer iyice çıngar çıkartırdı.  

Üç adımda annemin kucağına atladı. Kapıda bizi bekleyen otomobile bindik. Sürücümüz tabii ki Ceylin'in babası Ahmed ağabeydi. Çünkü son zamanlarda bir yere gitmek fazlasıyla tehlikeliydi. O buraları, insanları ve dilini iyi bildiği için sağ olsun bize hep yardım ederdi. Ben de okulda birkaç kelam öğrenmiştim. İlk yılım için çok iyiydi.   

Ahmed ağabey bizimle hiç konuşmadı. Yüzümüze bile bakmadı. Bizi sevdiğini bildiğimiz için oralı dahi olmadık. Ne yapalım kültürleri böyleydi. Kendi aramızda gün değerlendirmesi ve Ömer'e şaklabanlıklar yaparak babamın çalıştığı hastaneye geldik. Ahmed ağabey sadece biz arabadan inerken konuştu:  Taçlı hanım, Yavuz ağaya selam söyleyin, dedi. Annem zarafetiyle elini göğsüne koyarak karşılık verdi. 

İFALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin