Yakıtınız bitmek üzereyken
devam etmek için ısrar etmeyin.
Yolda kalırsınız."O gece tanıştık."
Jongin, bakışlarını iri gözlerden ayırıp ayaklanırken omzundaki el de boşta kalmıştı. Kyungsoo ise birdenbire yanında hissettiği eksiklikle afallarken arka tarafa doğru adımlayan oğlanı izledi.
"Biliyor musun? O da bana karşı aşırı sıcakkanlıydı, sürekli gülümserdi." raflıktaki ters çevrilmiş çerçevelerden birini alırken devam etti, "Gülümsemek... Ona çok yakışıyordu."
Bir süreliğine sırıtarak çerçevenin içindeki fotoğrafı inceledi Jongin. Kyungsoo ise arkası dönük bu oğlanın ne yaptığını kestiremezken bir sonraki söyleyeceklerine dikkatle odaklanmıştı.
"Babalarımızın eski bir ahbaplığı varmış esasen. Babam, heybetli bir iş adamıydı."
Bakışlarını fotoğraftan ayırıp is lekeli çatlak duvarlara bakmıştı.
"Genişçe bir evimiz vardı," sesini belli belirsiz sitem bürüdü "...Lu Han, Çinliymiş ve ailesiyle orada ikamet ediyormuş. Kore'ye de hem düğün hem de tatil için gelmişler. Babam ise birkaç haftalığına bizimle kalmalarını teklif etti, onlar da seve seve kabul ettiler."
Jongin yavaşça Kyungsoo'ya dönüp yanına doğru adımladı.
"Bavullarını aldılar ve bize yerleştiler, herkes mutluydu. Tabii biz daha bir mutluyduk, fazlasıyla eğleniyorduk beraberken." Usulca Kyungsoo'nun yanına, aralarına biraz mesafe koyarak oturdu.
Kyungsoo ise arkası dönükken dikkatle izlediği oğlanın şu an yüzüne bile bakamıyordu. Jongin'in de ondan pek bir farkı yoktu. İkisi de sebebi bilinmeksizin göz temasından olabildiğince kaçınıyordu.
Birkaç dakika süren bu sessizliği dağıttı Jongin,
"Misafir olmalarından birkaç hafta geçmişti. Bir akşamüstü odamda oynuyorduk, aşağıda da akşam yemeği için hazırlıklar yapılıyordu." elindeki çerçeveyi Kyungsoo'ya uzatmıştı.
"Kalbimin hızla atması, onunla olduğum her an için mevcuttu. Hissettiğim şey heyecandı ama bunu hâlâ anlayamıyordum. İlk başlarda bu his hoşuma gitse de git gide acı vermeye başladı. Her an nefesim kesilecekmiş gibi hissediyordum ve her an onunla yakın olmak istiyordum. Lu Han'ın ise benden pek bir farkı yoktu. Bana sürekli sarılır, sürekli de yanağımdan öperdi. Tabii bunlar hep masum niyetler içeriyordu. Yedi yaşındayken annemin izlediği bir filmde şahit olduğum bir sahne vardı: Kadın, adamın yanağından öpüyor sonradan da dudaklarına geçiyordu."
Jongin; yerde bir noktaya odaklanmış, dalgın hâlde sırıtıyordu. Gözünün önünde canlanan anılar onu bayağı keyiflendirmiş olmalıydı.
Kyungsoo elindeki resim çerçevesini sımsıkı tuttu. Jongin yaşadıklarından bahsederken kendisi de fotoğrafı ayrıntılı biçimde incelemişti. Botanik dersinden öğrendiği kadarıyla kadrajda yaşlı bir meşe ağacı bulunuyordu. Altta ise çimlerin üzerine oturmuş ve sırtlarını ağaca dayayarak birbirlerine sımsıkı sarılmış iki çocuk vardı. Kyungsoo, sağ taraftakinin Jongin olduğunu anlamıştı zira teni yanındakine göre gayet koyu idi. Solda ise kumral saçlı, bembeyaz tenli, çok güzel bir çocuk duruyordu; otuz iki diş sırıtmıştı kameraya. Jongin'in söylediğine istemsizce hak verdi Kyungsoo. Oğlanın gülüşü fazlasıyla güzel ve huzur vericiydi. Suratı, uzaktan pek belli olmasa da herhangi bir oğlan çocuğuna göre fazla ışıltılıydı.