Irgatlar..
Üstü başı kır pas içinde bugün ki işleri de bitiren ırgatlar, yorgun argın köye dönüyorlardı. Köy dört tarafı sıra dağlar ile kaplı, içinden küçücük bir dere geçen, yemyeşil ağaçların olduğu verimle arazilerle donatılmış yavru bir cennetti. Tarlalar bereketli, bostanlar da ki mahsulün haddi hukuku yoktu. Ama köy ağaya güzeldi. Köy halkı tabiri caizse ırgatlar 9 ay boyunca ağaya hizmet eder tarlalarında çalışır, 50 lira yevmiye alınca sesini çıkarmaz, sürünün dağdan geldiği zaman kendi ahırının yerini bilen koyunlar gibi evlerine dağılırlardı. Aldıkları 50 lira yevmiyenin 15 lirasına sigara alıp kalanını da kahve de batak oynadıkları masaya çay parası bırakır çoluğun çocuğun rızkını da böyle heba ediyorlardı. Ev işlerinde akşama kadar canı çıkmış kadınlar, akşam olduğunda da gah ağaya sinirlenmiş gah batak masasında kaybetmiş kocalarından bir araba da dayak yiyorlardı. Yıllardan beri süre gelen düzen değişecek gibi durmuyordu. Sadece Laz Bekir isyan eder bir şeyleri değiştirmek için uğraşsa da köylülerin korkularına karşı verdiği savaşı kaybetmeleriyle tek başına kalırdı.
Laz Bekir herkes gibi bu köyün 7 göbek yerlisiydi. Burnu büyük olduğu için arkadaşları bu lakabı takmışlardı. Üstelik saman alevi gibi de parlardı. Akşam eve geldiğinde üzerinde çamurdan katman oluşmuş ceketini çıkarırken o küçücük yeşil gözlerinde günün yorgunluğu belliydi. Uzunca boyu esmer çilli bir yüzü kocaman bir burnu ve burnu ile alakasız küçücük bir ağzı vardı. Tekleme çıkan sakalları ile köse gibiydi. Laz Bekir'in bilek güreşinde namı vardı. Kolları o kadar güçlüydü ki ağa tüm kazma kürek işlerini ve tarlada ki büyük taşların temizlenme görevini sürekli ona veriyordu. Bu durumdan hayli şikayetçi olan Bekir cereyan eden bel ağrısı şikayetlerinden de muzdaripti. Diğer arkadaşlarından farklı olarak sigara kullanmıyor, kahve de hesabına oyun oynamıyor, aldığı para ile sürekli eşi Gül hanıma küçük hediyeler alıyor ve kızı Sema'nın gönlünü almak içinde her akşam farklı bir bisküvi, farklı bir şeker almadan da eve gelmiyordu. Sürekli kafasında kurguladığı kendi tarlasına, kendi bahçesine sahip olma arzusu günden güne içinde cereyan eden Bekir; köyün dere ağzında 10 dönüm bostanım olsa sadece domates, patates yesem vallahi razıyım, el işi bitmez, el kahrı çekilmez diye karısına dert yanmadan da uyuyamıyordu. Günler birbirinin kopyası şeklinde ilerliyordu. Kışlık yakacak için kuru ağaçların kesilmesini isteyen ağa Bekir ile birlikte 3 kişiyi daha küçük bir ormanı andıran dere yatağına yollamıştı. Dere yatağı köyün ön cephesinde 500 dönüm kadar sulu arazinin ve küçük bir ormanın bir ara da bulunduğu orman ve bostanların arasından da suyu eksilmeyen hiç de artmayan köyden bağımsız sanki ayrı bir dünya gibi olan harika bir yaşam alanıydı. Tamamı mera olan bu bölge zamanla maddi olarak güçlenen insanları sömüren ve üzerinden zengin olan zorba Ömer'in elindeydi. Çare yoktu. İnsanlar kaderine razı olmuş, içinde bulunduğu yaşam şartları ile yaşamaya alışmıştı. Oysa alışkanlık kötüydü. Tüm bu düşünceler kafasında büyüdükçe büyüyor kimseye de bir şey anlatma isteği gelmiyordu içinden. Yanında ki adamlardan en garibi, köyün belki de en kısa boylu en pratik adamı örümcek Necmi, elinde ki elektrikli testerenin ipli mekanizmasını çalıştırıp kuru ağaçları kesmeye başlamıştı bile . İşe koyulmak gerekti. Bir ağaç üç ağaç derken, küçük bir molanın zamanı gelmişti.
Örümcek Necmi 1.60 boylarında küçücük bir adamdı. Çenesinin altına kadar uzanan sakalları, omzunda saçları ile köy ahalisi için oldukça marjinal bir tipti. Oldukça da sportmen ve atletikti. Beline bağladığı kuşağında asılı testeresi ile ağaç tepelerine çıkar, budama işlemini yapar, sanki yer çekiminden etkilenmiyormuş, düşmekten korkmuyormuş gibi rahat hareket ederdi. Arkadaşları bu garip lakabı boşuna vermemişlerdi. Ağaç üzerinde tam bir örümcek gibi hareket ediyordu. Moladan sonra tespit edilen 8 tane daha kurumuş kavak ağacı devrilecekti. Örümcek Necmi Bekir ve arkadaşlarına talimat veriyordu; kendisi testere ile ağacın sol tarafından, üçgeni andıran derin bir kesik açacak(bu işleme kapak diyorlardı), Bekir ile ekibi bu aşamadan sonra ipe tüm güçleri ile asılacak, Necmi ise kesik aldığı yerin tam arkasından ağacın gövdesinin geri kalan kısmını kesecekti. Böylece ağaç Bekir ve arkadaşlarının iple çektiği yöne doğru düşecekti. Diğer ağaçlara zarar vermeyecekti. Ağaç tahmin edildiği ve planlandığı üzere derin bir kapak alınan sol tarafa düşmüştü. Böylece diğer ağaçlara da zarar vermemişti. Oldukça profesyonel bir o kadar da basit olan bu fikir örümcek Necmi'nin tecrübelerinin bir kanıtı olsa gerekti. 7 ağaç bu yöntemle kesilmişti. Sona bırakılan ağaç diğerlerinin yaklaşık iki katı kalınlığında ve yine iki katı uzunluğunda tam anlamıyla kurumamış bir söğüt ağacıydı. Necmi teşhisi koymuş ağacın kurulacağını, yeşil görünen dalların kendisini aldatmaması gerektiğini ağasına söylemişti. Bu işlerin elbette en yetkin kişisi Necmi idi. Bu iş oldukça zor bir deneyim olacaktı. Yanında getirdikleri 2 urganı da kullanacaklardı. Plan yine belliydi. Ağaçtan derin bir kapak alınacak, Bekir ve ekibin olanca gücüyle iplere asılması ile ağaç bu kesilen kısma doğru yatma eğilimi gösterecek ve Necmi testere ile ağacı tutan o küçücük gövde kısmını kesecekti. Tek bir sorun vardı . Oldukça da büyük bir sorundu. İpler ağaca sarılıp bağlandıktan sonra 9-10 metre civarında kalmışlardı. Ağacı üzerine doğru çeken ekibin oldukça dikkatli olması lazımdı. Ağaç düşmeye başladığı an koşarak uzaklaşmak zorundalardı. Şans yanlarındaydı. Kuvvetli bir rüzgar ağacı devirmeyi planladıkları yerin arkasından esmeye başlamıştı. Necmi seri bir hareketle ağaca tırmanmaya başladı elinde ki ipi ağaca bağladı . Bir metre kadar yukarısına diğer ipi bağladı . Hızla aşağı indi. Tekrardan uyarılarda bulundu. Testere çalışmış süreç başlamıştı. Derin bir kesikle ağaçtan bir kapak alındı. Necmi'nin işareti ile iplere asılan 3 lü rüzgarında etkisi ile kocaman ağacı sallamaya başlamışlardı. Küçücük bir parçanın ayakta tuttuğu kocaman ağaç çok fazla dayanamayacak gibiydi. İpi çeken ırgatlar oldukça fazla efor harcıyor dizleri ve bedenleri titriyordu Necmi son bir işaretle daha hızlı ve daha güçlü ip çekmeleri konusunda talimat verip elinde ki testere ile ağacı tutan o küçücük parçaya son vuruşu yapacaktı. Ağaç yavaş yavaş düşüşe geçmişti ki korkulan oldu. İpi bileğine dolayan Kemal uzaklaşamamış ve daha da kötüsü ayağı kayıp ağacın düşeceği istikamete yüz üstü yıkılmıştı. Ve o devasa ağaç gövdesi tüm heybetiyle Kemal'in üzerine devrilmişti. Bu elim son Bekir de ve orda ki herkeste derin bir travma yaratmıştı. Yetim kalan 4 çocuğu ve eşine ne söyleyecekler, 4 kişi geldikleri bu kahrolası yerden nasıl 3 kişi döneceklerdi. Kendilerine gelip ağacı Kemal'in üzerinden kaldırıp meftayı evine teslim etmek gerekti. Bekir derin duygu geçişleri arasında soğukkanlı kalmak zorunda olduklarının farkındaydı. Elbette yaşadıkları zordu. Hızla ağacı zorla da olsa Kemal'in üzerini açacak kadar kenara ittiler. Vücudu ezilmişti. Ama kafası ağaç gövdesinin kenarında kalmış olacaktı ki hala omuzlarının üstünde ve ezikten nasibini almamıştı. Ağzından ve burnundan gelen kanlar iç organlarının ezildiğini apaçık gösteriyordu. Ağanın işi için seferber olan ırgatlar böyle elim ölümlere alışmıştı. Traktör altında kalanlar mı dersiniz ağanın öküzüne yem atarken boynuz darbeleri ile karnı deşilen insanlar mı dersiniz hepsini duymuştu, görmüştü Bekir. Bu ölümler aslında çok tabii bir nevi iş kazasıydı. Ama neden ağanın işiydi. Şimdi Kemal'in dört yavrusuna ağa sahip çıkacak mıydı. En fazla yirmi gün hatırlanıp sonrasında diğerleri gibi unutulacaktı. Ağa da unutacaktı, karnının derdinde olan ırgat da. Zaman su gibi akıp gitmeye devam ediyordu. Kemal'in eşi ağanın hayvanlarını sağıyor ve 15 lira yevmiye alıyordu. Karısı gül hanımdan duymuştu. 15 lira neye yeterdi. Zaten Kemal 50 lira yevmiye ile zar zor geçimini sürdürüyordu. Ağanın da az uz hayvanı yoktu. Dört çocuğu ile dul kalan kadını bile köle gibi çalıştıran ve nasılsa sesi çıkmaz diye düşünerek diğer ırgatların dörtte biri kadar yevmiye ile çalıştıran ağa durumdan utanç duymak yerine oldukça da gururluydu. Irgatın ailesine sahip çıkmıştı. Laz Bekir bu duruma fevkalade sinirlenmişti. Gücüne gidiyordu. Öğle yemeğinde ağanın yardakçıları aşıkları bırakıp yapılan işleri denetlemek üzere tarlaya dağılmışlardı. Bekir bu durumu bir fırsat bilip halkı galeyana getirmenin tam zamanı olduğunu düşündü. Anlattı da anlattı. İnsanların duygularına dokunmuş olacaktı ki destekleyenler oldu hatta hemen hepsi yenidul'a yapılanın haksızlık olduğu kanaatine vardılar.
Akşam mesai bitiminde ağa çiftliğin bahçesinde kendi elleriyle yevmiye dağıtırdı. İnsanların gözlerinin içine bakar tepkilerini ölçerdi. Yüzü asık olana da karnını doyuruyorum, ağaya yüz mü asıyorsun diye sert de bir fırça çekerdi. İnsanlar bu sürü psikolojisi içinde yaşamaya alışmıştı. Bu gece bir şeyler değişecekti. Tam 47 ırgat akşam çiftliğin bahçesinde içtima da ki askerler gibi beklerken ağa yavaş yavaş ayakkabının topuklarına basa basa basamaklardan iniyordu. Sanki tarla da konuşulan her şey unutulmuş gibi, insanlar yevmiyeyi alıp eve gidecek bir havada idiler . Hiç birinin yüzünde bir isyan , bir sinir ifadesi yoktu. Ama Laz Bekir konuşmaya karar vermişti. Saygısızlık etmek de istemiyordu. Kötü de konuşamazdı. insanlar kendini desteklemezse tüm dikkatleri üzerine çekerdi. Ağa kendisini ırgatlıktan azledip yevmiyesini keserse işsiz kalırdı. O zaman da tek şansı uzak şehirlere gidip inşaatlar da çalışmak olurdu. Eşini ve küçük kızını da kimseye emanet edemezdi. Konuşmaya başladığında şaşırdı, beklemiyordu insanlar bir bir lafa girip Bekir'i desteklemişlerdi. Ağa 47 insanı da işten çıkaramazdı. Ama bu isyana karşı da elbette önlemler ve sıralı intikam alacaktı. Irgatlar dedi ne istiyorsunuz kaç para yevmiye vereyim yenidul'a. Yetmiş dedi Bekir. Yüksek sesle yetmiş . Hep bir ağızdan çıkıyordu sesler . Dört çocuklu bir dul hepimizden daha muhtaç . Hem o kadar da koyun sağıyordu ve ineklere de yetişemeyen kahyanın kızına da destek veriyordu. Söz dedi ağa yetmiş lira yevmiye alacak. Al Bekir dedi şu 55 lirayı akşama bırakırsın yenidul'a. 15lirayı gündüzden vermiştim dedi. Herkesin parasını dağıtıp , akşamdan iş taksimini de yapmıştı. Bekir arkadaşlarına sonsuz teşekkür ediyor, bu iyiliklerinin hem bu dünyada hem ahirette kendilerine mükafat olarak döneceğini söylüyordu. Yenidul'un evinin önüne tek gelmek istememişti. Ne'me lazım laf olur söz olur diye düşündü. Necmi ile beraber kapıyı çaldılar durumu izah edip 55 lirayı verdiler. Ve kadına bir sorun olmayacağını bunu tüm köylünün isteyip ağaya kabul ettirdiklerini söylediler. Kadın yine de huzursuzdu. Artık eskisinden dört kat daha fazla çalışacağına kendini inandırmış gibiydi. Aradan bir haftadan fazla zaman geçmişti. Yenidul eskisinden fazla çalışmıyor hatta sağım işi bitince de ağa tarafından eve yollanıyordu. Ağanın derdi bu kadın değildi elbette. O Bekir önderliğinde ayaklanan ırgatlara ders vermek istiyordu. Sabah 7 olan iş başını 6 olarak değiştirmiş yavaş yavaş intikam için kolları sıvamıştı. Bu durum insanları daha çok yoruyor ailesine zaman ayırmalarına imkan tanımıyor ve aile arası huzursuzluğa neden oluyordu. Ama Bekir eşi Gül hanıma çok düşkündü. Bırakın bir fiske vurmayı kötü söz dahi etmemişti. En sinirli olduğu günlerde bile dışarı da evin önünde ki küçük bahçeye bir tabure koyup dakikalarca öfkesinin geçmesini beklerdi. Ya da kızı ile ilgilenir sinirini stresini atardı. Aradan günler haftalar hızla geçiyordu. Yıl kurak ilerliyordu. Ağa eskisi kadar kazanamadığı için sinirliydi. Irgatlar endişeli bir halde çalışmak zorunda her zamanki rutin iş temposuna ayak uyduruyorlardı. Bir sabah ağa yevmiyeleri 40 lira ya çektiğini, çalışmak istemeyen de var ise defolup gitmelerini söylediğinde insanlar söylene söylene , isyan ede ede de olsa el mahkum bir şekilde çalışmaya devam etmişlerdi. Kurak bir senenin ardından bir sene daha kurak olacak değil ya dedi birisi, içi ağlarken yüzü gülerek. Aslında bu umudun sesiydi. Herkesin içinde farklı hallerde cereyan etmiş umudun ortak izdüşümü idi. Her şeyden kısmak zorunda kalan insanlar o günlük 10 liralık eksik yevmiye ile şaşkına dönmüşlerdi. Aslında o para ile de bir şekilde geçinilirdi. Azdı evet. Ama sigara içmeye bilir, hesabına batak oynamayabilirlerdi. O zaman da kahveci nasıl geçinecekti ? Bekir de diğer köylüler gibi hatta onlardan daha da fazla öfkeli ve sinirliydi. Ama sabır meyvesi tatlı olan acı bir bekleyişti. Zaman zaten hızlıca akıp gidiyordu. Yenidul zam alalı 7 ay olmuştu. Kocası öleli 11 ay. Daha dün gibiydi. Ağacın devrilmesi, Kemal'in önlerinde can vermesi. 11 daha geçmeliydi şimdi. Nitekim öyle de oldu. Zaman çok hızlı bir şekilde yol almış zorlu kış şartlarına birde fukaralık eklenince yeni bir yıl umudu baharla vücut bulmuştu. Sular bol yaylalar otlu ağaçlar her zamandan daha da dolgun çiçekli bir halde ırgatlara ve ağaya selam verirken yeni yıl da yapılacak işler hangi tarlaya ne ekileceği konularında ağanın vereceği talimatları dinlemek üzere çiftliğin bahçede toplandıkları bir akşam ağa tekrardan yevmiyeleri 50 lira yaptığını duyurunca sevinç çığlıkları atan köylüleri kendi kendine kınayan Bekir geçen sene de 50 idi arkadaşlar. Kendinize gelin demekten de kendini alamamıştı. Ağa İnsanları öyle bir alıştırmıştı ki üç gün aç bırakıp bir gün et yedirse teşekkür edeceklerdi. Bir başka deyişle de bir torba taze ot sırta vur semeri. Ağa Bekir'e yönelerek beğenmedin mi Laz Bekir. Az mı geldi ? Haa söylesene? Derdin ne ? Gibi bir sürü laf söyleyip bir süreliğine daha sesini kesmişti. Halka da bir yevmiye bahşiş verip çalışmaları için tarlalara göndermişti. Bu sıra da yenidul un en büyük kızı halime de çiftlik de işe başlamış ve mutfakta aşçı ya yardım ediyor ağanın kahvesini yapıyordu. Bu durum insanları rahatsız etmişti. Bekir altında başka bir iş olduğunu düşünüyor uyku uyuyamıyordu. Halime ve örümcek Necmi nin oğlu Ferit'in aşkları dillere destandı. Üstelik yenidul da bu ilişkiden haberdardı ve onaylıyordu. Yakın zamanda da nişan yapılacak ve adı koyulacaktı. Geçen sene kurak geçmemiş olsa şimdi çoktan evlilerdi. Garibim çeyiz yapmak için ağanın teklifine yok dememiş evde oturmaktansa para kazanmak annesine evine yardımcı olmak için çiftlikte çalışmayı kabul etmişti. İşin ilginç olan yanı da 80 lira hatta bazen 90 lira olan yevmiyesinin kendisinde ve annesinde merak uyandırmaması idi. Halime sarışın yeşil gözlü ay tenli güzeller güzeli bir kızdı. Daha ondokuzundaydı. Sevdiği çocuk Ferit ile mutlu bir yuva hayalinde olan Halime oldukça da hamarat ve çalışkandı. Aylar ayları kovalarken bereketli sene tüm güzellikleri ile ırgatların ve ağanın mutluluğuyla ilerlerken, ağa hizmetinde çalışan Halime ye karşı niyetini belli eder olmuştu. Üstelik geçen yılın sonlarına doğru Ferit ile nişan yapan kızcağıza art niyet beklemekten de utanmak sıkılmak da bilmiyordu. Şimdilik içinde yaşadığı duyguları uygun bir fırsat bulup Halime ye de söyleyecekti. Alabileceği her türlü olumsuz cevaba karşı izleyeceği yolları, senaryoları kafasında kuran ağa , Halime ile evlenebilmek için Ferit'i de annesini de gözünü kırpmadan harcayabilecek kadar da vicdansızdı. Durumdan şüphe duyan Laz Bekir bu durumu yenidul ve kızı ile konuştu. Geçen gün bahçe de kendine kahve getiren Halime ye bakışları hoş değildi ağanın. Ama insanlar ağanın yüzüne bakamayacak kadar korkak oldukları için Bekir' den başkası olayın farkında değildi. Annesi ile kız Bekir gittikten sonra durum üzerinde kritik yapmış dikkatli olmak şartı ile çalışmaya devam etmeye karar vermişlerdi. Zaten düğüne üç ay bile kalmamıştı. Yalnız bu bir haftalık süreçte annesi ölüm döşeğinde olan dayısının yanına gitmek zorundaydı. Ağa da seve seve izin vermişti. Halime ile başbaşa kalmak için annesinin çiftlikte olmadığı bu bir haftalık dilimden daha iyi bir zaman olamazdı. Halime de önlem amaçlı nişanlısı Ferit'e sık sık yanına gelmesi konusunda tembih de bulunmuştu. Özellikle de öğle saatlerinde koyun sağım vakti ahırın önünde Ferit'i görmek büyük bir cesaret kaynağı olacaktı. Ferit babasıyla fiziksel olarak hiç alakası olmayan esmer uzun boylu geniş omuzlu iri yarı bir gençti . Güreşçi olan dayılarına çekmişti. Çok güçlü ve cesurdu. Kimseden korkmaz, kavgaya girdi mi de karşı tarafı madara etmeden geri dönmezdi. Her gün nişanlısı için çiftliğe gelen Ferit Perşembe günü gelmemişti. Belki de gelecekti ama geç kalmıştı. Koyun sağan Halime ağanın sesi ile irkildi. Ağa Halime ye bir kaç güzel söz söyleyip iltifat ettikten sonra; ne güzel kızsın ne işin var örümceğin oğlu ile senin. Daha asil birini bulsaydın ya . Hanım ağa olurdun. Bir elin yağ da bir elin balda yaşamak güzel olmaz mıydı. Gibi üstü kapalı imareler ile gelecek cevabı sabırsızlıkla bekliyordu. Konuşmayan halime ağayı sinirlendiriyor ve sözleri daha da ağırlaşıyordu. Ağa Halime ye yaklaşıp omuzlarına dokunmuştu ki anı bir hareket ile dönen Halime nin elinde ki süt dolu bakraç ağanın göğsünden aşağı boşalmıştı. Halime ağa ile koyun sürüsünün kapattığı alanda duvara sıkışmıştı. Ferit de aksilik olacak ya bugün gelememişti bir türlü. Ağa Halime ye iyice sokuldu. Halime saldırıya geçse de cılız sıska bir kız, kendisinden iki kat daha ağır bir erkeğe karşı savunmasızdı. Halime son gücü ile kendini korumaya çalışıyor, çığlık atıyordu ki ağa üç dişli dirgen ile sırtından vurulmuştu. Üstelik dirgen o kadar sağlam bir şekilde savrulmuş olacaktı ki sırtından giren demirin ucu karnından dışarı çıkmıştı. Ferit dün gece aniden ateslenip baygınlık geçirmişti. Durumu babasına anlatmış babası da kesilecek budanacak ağaçlar bitince gelini olacak kıza göz kulak olmak üzere çiftliğe gelmişti. Yıllarca ezilen hor görülen ırgat örümcek Necmi Zorba'yı gelininin namusunu kurtarmak için vurmuştu. Akşam olmadan da jandarmaya teslim olmuştu. Bu süreçte ırgatlar, ağanın malının kime kalacağını nasıl işleneceğini kendilerinin nasıl ekmek parası kazanacağını düşünür olmuşlardı. Ağa karısını boşayalı, 30 yıl olmuştu. Tek bir kızı vardı. Oda kocaya kaçmış bir süre sonra da kocasının işleri iyi gidince Fransaya taşınmışlardı. Durumdan haberdar olunca da apar topar ülkeye gelip babasının defin işlemlerine yetişemese de mirasın tek varisi olarak karar vermesi gereken bir sürecin başrolündeydi. Bayağı bir mal varlığı vardı ağanın. Tarlalar, hayvanlar. Hatta bankada yatırım yaptığı liralar. Ama kocası babasının belki bin katı daha çok kazanıyordu. Kızı babasının ırgatlara ve annesine olan baskısına dayanamayıp kaçmıştı. Eşi ile de konuşup tüm mirası köylüler arasında pay etme kararı almıştı. Köyde muhtar eşliğinde bir heyet kurulmuş, Laz Bekir bu heyete başkan seçilmişti. Adil bir dağıtım için jandarma nezaretinde köylü toprak sahibi olmuş traktör ve hayvanlar satılmış banka da ki para ile beraber 48 eşit parçaya bölünmüş ve herkese 9bin lira para ve yaklaşık 70 dönüm arazi düşmüştü. Köylünün geliri artık günlük değil yıllık olacaktı. Bekir muradına ermiş on dönüm sulu tarlasında patates domates yeyip keyfine bakar hale gelmişti. Aradan 6-7 sene geçmiş düzen bozulmuş insanlar sonradan toprak görmenin rehavetine kapılmış içki ve kumar yüzünden 9 bini yemiş 9 bin de borçlanmıştı. Laz Bekir ağayı ve eski isyankar halini düşünerek gülümsedi. Ağalık düzenini yenmişlerdi. Ama cehalet en gaddar ağa idi. O kadar parayı bir ara da görürse elbette sapıtacaktı ırgatlar. Nihayetinde öyle de olmuştu. Köylü ağayı arar bulamaz halde şehirlere inşaatlara koşun etmişlerdi. Üç gün aç kalmalıydı belki de insanlar. Nasılsa bir gün et yediklerinde açlığı unutuyorlardı. Bir torba taze ot vermeli semeri sırtına vurmalı mıydı? İyi değil miydi toprak Fikri? O an bakkala gitti Laz Bekir. Sigara ve çakmak aldı. Sigaraya başlamıştı. Bir nefes çekti öksürdü. Tekrar çekti öksürdü. Öksürdükçe içti. Sigara cahillik gibiydi. Zararlıydı ama bu zarar kendisine daha da çok bağlıyordu. Sigarası bitti bir daha yaktı. Biten köylü düzenine özlediği ağalığa ve cahilliğe
ŞİMDİ OKUDUĞUN
zorba ağa, asi Bekir ve ırgatlar
Short Storyküçük bir köyde yaşanan, ağa ve ırgatlar arasında süregelen bir hikaye