"Hayatımın ilk dönemini güçlükle anımsıyorum; o döneme ait olayların tamamı karmaşık ve belirsiz. İçim binlerce tuhaf duyguyla doluydu ve aynı anda görüyor, hissediyor, duyuyor ve kokluyordum. Duyularımı ayırt etmem gerçekten uzun zaman aldı. Gittikçe güçlenen bir ışığın beni rahatsız ettiğini ve gözlerimi yummak zorunda kaldığımı hatırlıyorum. Ardından üstüme çöken bir karanlık canımı sıktı, ama çok geçmeden, tahminimce gözümü açmamla birlikte, içim yine aydınlıkla doldu. Yürümeye başladım, sanırım yokuş aşağı iniyordum- Kısa süre içinde duyularımda belirgin değişiklikler olduğunu hissettim, önceleri etrafım dokunma ya da görme duyularıma etki etmeyen karanlık, donuk nesnelerle doluyken artık üstünden atlamakta ya da kaçınmakta zorlanmadığım nesneler arasında gönlümce dolaşabiliyordum. Işık gittikçe daha çok rahatsızlık vermeye, sıcak da yürürken bitap düşürmeye başlayınca gölgelik bir yer bakındım. Ingolstadt yakınındaki ormana gelmiştim.Dinlenmek için bir dere kenarına uzandım, ta ki açlık ve susuzluk bana eziyet etmeye başlayana dek. Uyuşukluğumdan sıyrılıp ağaçtan kopardığım ya da yerden topladığım meyveleri yedikten sonra uykuya yenik düştüm.Uyandığımda hava kararmıştı. Biraz üşümüş, yapayalnız olduğumu anlayınca biraz da ürkmüştüm. Senin evinden çıkmadan önce üşüdüğümü hissedince üstümü birkaç giysiyle örtmüştüm, ama bunlar da beni gecenin çiylerinden koruyamaz olmuştu. Yoksul, çaresiz zavallı bir sefildim. Ne bir şey biliyor ne de bir şeyi ayırt edebiliyordum, ama acı duygusu her yanımı kapladı, oturup ağlamaya başladım.
Biraz sonra gökten tatlı bir ışık11indi ve keyfimi yerine getirdi. Ayağa kalktığımda ağaçların arasından parlak bir şeyin yükseldiğini gördüm. Şaşkınlık içinde seyrettim onu. Ağır ağır hareket ediyor, ama önümü aydınlatıyordu. Bunun üstüne yeniden meyve aramaya koyuldum. Hâlâ üşüdüğüm bir sırada ağaçlardan birinin altında bir pelerin buldum ve ona sarınarak yere çöktüm. Zihnimi dolduran belirgin bir düşünce yoktu, her şey karmakarışıktı. Işığı, açlığı, susuzluğu ve karanlığı hissediyordum; kulaklarımda sayısız ses çınlıyor, çeşitli kokular her yandan beni selamlıyordu. Ayırt edebildiğim tek nesne, parıldayan aydı ve büyük bir hazla onu izliyordum.
Gün ve gece döngüsü birkaç kez yenilendi ve duyularımı ayırt etmeye başladığımda gecenin getirdiği güçlükler büyük ölçüde azaldı. Yavaş yavaş bana içecek veren berrak dereyi, yapraklarıyla üstüme gölge yapan ağacı daha net algılamaya başladım. Sık sık kulağıma çalman hoş seslerin, ışığımı arada bir gölgeleyen küçük, kanatlı hayvanların gırtlaklarından çıktığını keşfettiğimdeyseçok sevindim. Ayrıca etrafımı kuşatan şekilleri daha doğru gözlemlemeye ve üstümü örten ışıktan çatının sınırlarını daha iyi algılamaya başladım. Kimi zaman kuşların güzel şarkılarını taklit etmeye çalışıyor, başaramıyordum. Bazen de kendi duygularımı kendimce ifade etmek istiyor, ama çıkardığım tuhaf, anlaşılmaz seslerden korkarak yeniden sessizliğe gömülüyordum.
Ormanda kaldığım süre içinde bir zaman geceleri ay görünmez oldu, daha sonra da küçülmüş halde tekrar yüzünü gösterdi. Duyularım artık iyice keskinleşmiş, zihnime yeni düşünceler dolmaya başlamıştı. Gözlerim ışığa ve nesnelerin gerçek şekillerini algılamaya alıştı. Yavaş yavaş böcekleri bitkilerden, bitkileri de birbirlerinden ayırt etmeye başladım. Serçelerin keskin; karatavuk ve ardıçkuşunun tatlı ve hoş notalarla şakıdığını fark ettim.
Soğuktan titrediğim günlerden birinde, dilencilerin yakıp bıraktığı bir ateşi bulunca yaydığı mutluluk ve sıcaklıktan sarhoşa döndüm. Sevinç içinde elimi kızgın korlara daldırdım, ama acı bir çığlık atarak çabucak geri çektim. Belli bir etkinin bu kadar zıt sonuçlar yaratması ne kadar da tuhaf diye düşündüm. Ateşi oluşturan şeyleri incelediğimde, içinde ağaç olduğunu sevinçle keşfettim. Hemen gidip birkaç dal topladım, ama ıslak oldukları için tutuşmadılar. Canım sıkılmış halde, oturup ateşi izlemeye devam ettim. Ateşin yakınına koyduğum ıslak dallar kuruyunca kendi kendilerine alev aldılar. Buna uzun uzun kafa yordum ve dalların çeşitli yerlerine dokununca nedenini anladım. Bunun üstüne kurutup kullanmak üzere çokça dal toplamaya koyuldum. Gece bastırıp da uykum gelince ateşim sönecek diye büyük bir korkuya kapıldım. Ateşin üstünü dikkatlice bol miktarda kuru dal ve yaprakla kapladım, en üste de ıslak yaprakları yerleştirdim. Ardından da pelerinimi yere sererek üstünde uykuya daldım.
Uyandığımda sabah olmuştu, İlk iş ateşin yanına koştum. Üstteki yaprakları kaldırdığımda hafif bir esinti ateşi yeniden alevlendirdi. Bu da dikkatimden kaçmadı. Yapraklardan bir yelpaze oluşturdum ve ateş söner gibi olunca yelpazemle yeniden alevlendirdim. Akşam olduğunda ateşin, sıcaklık yanında ışık da sağladığını ve bu keşfin bana yemek konusunda da faydalı olacağını memnuniyetle fark ettim. Dilencilerin bıraktığı yemek artıklarının bir kısmı ateşte kızarmıştı ve tadı ağaçlardan topladığım meyvelerden çok daha güzeldi. Yiyeceklerime aynı muameleyi yapmaya karar verdim ve közlerin üstüne yerleştirdim. Böyle yaptığımda meyvelerin bozulduğunu, kabuklu yemişlerle köklerinse çok daha güzel olduğunu keşfettim.
Ancak etrafımda yiyecek iyice azalıyordu ve ben günümün çoğunu, boşu boşuna açlığımı bastıracak birkaç meşe palamudunu aramakla geçiriyordum. Bu durumu fark edince o güne kadar kaldığım yeri terk etmeye, sayılı birkaç
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Frankenstein
Short StoryMary Shelley, gördüğü bir kâbustan esinlenerek yazdığı Frankenstein ya da Modem Prometheus yapıtıyla bir yarışmaya katıldı. Modem bilimkurgunun ilk eseri sayılan bu kitapla, yazarlık yaşamı başlamış oldu. Yazar, o yazı, "çocukluktan çıkıp hayata adı...