"Annem geçen sabah yüzümüze bakarken ağlamaya başladı: 'Nen var anne? Niçin ağlıyorsun?' diye sordum. Evvela söylemek istemedi: 'Hiçbir şey yok. Bir rüya gördüm' dedi. İnat ettim yalvardım, nihayet söylemeye mecbur oldu. Sakin sakin ağlayarak şunları anlattı:
"Rüyamda onu gördüm. Karanlık bir yerlerde dolaşıyor, önüne gelene: 'Feride buralarda mı? Allah rızası için söyleyin!' diyordum. Yüzü örtülü bir kadın beni elimden tutarak tekkeye benzeyen loş bir yere soktu.
İşte Feride şurada yatıyor. Boğaz hastalığından öldü, dedi. Baktım, evlatçığım gözleri kapalı yatıyor. Daha yanağının rengi bile solmamış. O acı ile, ağlaya ağlaya uyandım. Ölü diri getirir derler, değil mi, oğlum? Feride'yi yakında göreceğim, değil mi, Kâmran?
Annemin sözlerini sana aynen yazdım. Beni bir tarafa bırak. Fakat annen demek olan bu ihtiyar kadını daha ziyade ağlatmak doğru mu? Teyzenin rüyası o günden beri benim rüyam da oldu. Ne vakit gözlerim kapayacak olsam seni uzak bir memleketin karanlık bir odasında gözlerin kapalı, siyah saçların, taze yüzün..."
Mektup parçası burada bitiyor, bana sade teyzemin matemini anlatıyordu. Kâmran, görüyorsun ki, bizi her şey birbirimizden ayırıyor. Seninle artık iki düşman bile değiliz; birbirini hiç, ama hiç göremeyecek iki yabancıyız.