Belki de her birimizin alıp alacağı en büyük risk gerçekten olduğumuz gibi gözükmektir.
***
Saraya yolculuk uzun sürmedi, sürdüyse bile Sirius'a öyle gelmedi, partiye onu hayvanlarının götürdüğünü ve bahçesindeki balkabağının içinde yolculuk ettiğini, Yaşlı Brian'ın büyücü çıkıp her şeyi mümkün kılmasını, ve salondaki yerde düğmelerini arayışının nasıl bunlardan sadece bir saat önce yaşandığını idrak etmeye çalışırken, Lily cik cik'leyince odasındaki pencereden gördüğü sarayı karşısında bulmuştu.
Saray, adı üstüne gerçek bir saraydı, etrafında zevkli heykeltıraşların eseri ağaçlar, iki merdivenin ortasında çiçeklerle dolu minik bir bahçe vardı. Yol kenarları arabalarla doluydu (hepsi de motoru olan arabalardı). Sirius kapısını açan Lily'e gergince gülümsedi, Lily rahatlatıcı şeyler söylemek isterken eskisi gibi ötmeye devam etti, işte Sirius o zaman korkmaya başladı. Üstü açık arabalarından inip saraya doğru yürüyen bir grup genci gördü, etrafta onlar gibi yeni gelen neyse ki yoktu, yüksek sesli kahkahalar atıyorlardı. Albus'a minnetardı ama, kimse görmeden at arabasından uzaklaşsa iyi olacaktı. Yere indi ve Lily'ye kimseyle konuşmaya çalışmamasını söyledi. Lily başını salladı. Dosdoğru James'in yelesini parmaklarıyla taramaya gitti.
Sirius duraksadı. İki gündür tek amacı partiye gitmekti, şimdi başarılı bir şekilde sarayın önünde dururken, içeride nelerle karşılaşacağını hiç düşünmediğini fark etmişti.
Ve aynı zamanda kaybedecek hiçbir şeyinin olmadığını anladığı an da o andı. Tanımadığı insanlarla ve -sadece uzaktan bile görecek olsa- York Prensi ile gayet baş edebilirdi, Severus'un veterinere götürüldüğü günlerden daha zor olamazdı... Geceyarısına kadar, diye hatırlatmasını yapıp saray merdivenlerine ilerledi.
Yıllardır gittiği ilk partiye, masallardan çıkma büyüleyici bir erkek gibi girdi. Görünüşe göre henüz giriş salonundaydı, uzun ve halıyla kaplı bir merdiven yukarıya uzanıyordu ve müzik sesi de oradan geliyordu. Burada kimse yoktu.
Merdivenler bitince, müziğin geldiği kapının önünde iri yarı bir adam olduğunu gördü. Adam ona aile ismini sordu. "Black," diye cevap verdi. Görevli elindeki bol sayfalı listeye baktıktan sonra, Sirius'u süzdü. "Burada hiç Black yok, delikanlı."
"Acaba tekrar baksanız?"
Adam listeye tekrar baktı, "Aman! Buradaymış. Özür dilerim, insanlık hâli. Giremesen yazık olurdu, jilet gibisin doğrusu!"
Adamın yakasında yazan ismi gördü ve biraz rahatlayarak, "Teşekkür ederim Rubeus," dedi, sert ifadesinin yerini şimdi gülümseme alan adama o da gülümsedi. Rubeus kapıyı açmak üzere adım atmışken kapı içeriden açıldı.
"Babam için, babam için, babam için..." Sayıklayıp aynı anda da iç çekerek dışarı çıkan, doğal bir şekilde şekillendirilmiş açık kumral saçları ve ela gözleriyle Prens Remus'tan başkası değildi. Çok şık ve kraliyetvari bir takım giyiyordu. Ceketindeki sayısız armaların arasında kalmış bir broş dikkat çekiyordu, kalbinin üzerindeydi, hilal ay şeklindeydi ve elmas kaplamaya benziyordu. Ayrıca kapıyı açarken bilmeden Rubeus'un burnuna sertçe vuran ve kanatan da ta kendisiydi. Verdiği zararı koca adam inleyince fark etti.
"Hagrid! Çok özür dilerim, yanlışlıkla oldu," prens pişmanlıkla, iri adamı omzundan tuttu. "İyi misin?"
Sirius, iri adamın tuttuğu liste yüzünden burnuna götüremediği elinin serbest kalmasını sağlayarak kağıt tomarını ondan aldı, ceketinin cebinden de orada olduğunu hatırladığı ipek mendili çıkarıp eline tutuşturdu. "Rubeus, al bunu... Üstüne bastır." Rubeus yakınırken saçları prensin armalarına takıldı, çünkü teselli bulacakmışçasına yaklaşmıştı ona. Saçını kurtarmak isterken, hilalli broş yere düştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Disney Filmi Gibi | Wolfstar
Romanceİngiltere Kraliyet Ailesi'nden Remus John Lupin, hâlâ kimseyle gerçek bir ilişki yaşayamamıştır. Şehirdeki tüm uygun gençlerin davetli olduğu yirmi beşinci doğum günü partisine adaylar heyecanla hazırlıklarını yaparken; Sirius, Black malikânesinde k...