Yağmur tenini yakarcasına yüzüne vuruyordu, göz yaşlarına hakim olamıyordu. Aklında tek bir soruyla bilinmeze doğru koşuyordu "Ben bunları hak edecek ne yaptım?" . Yalnızlığı kalbini yakıyordu tek istediği birine tutunmaktı. O yalnızdı hem de çok yalnız.
Güzel hayatı bir anda mahvolmuştu. Mutlulukları, inandıkları bir anda yıkılmıştı. O her şeyini kaybetmişti.
O artık yalnız olan, muhtaç olandı..
Yağmur daha çok şiddetlendi, daha hızlı koşmaya başladı, gök gürlüyordu ama onun umrunda değildi o sadece uzaklaşmak, bilinmezliğe karışmak istiyordu. O sadece birine tutunmak istiyordu, o sadece güvenmek, sevilmek istiyordu. O aşık olmak bu yaşadığı saçmalıkları unutmak istiyordu.
Yoruldu ama yılmadı koşmaya devam etti, daha hızlı koştu ve uzaklaştı, gecenin karanlığına karıştı. Yalnızdı yine ya da öyle olduğunu sanıyordu...
¤¤¤
İki saat önce :
"Tina, buraya gelirmisin?" babamın seslenmesiyle yatağımda çıkıp, ağır adımlarla salona yürüdüm. Babam üçlü koltukta gergin bir şekilde oturuyordu. Bir yıl önce bu koltukta bu şekilde otursa hiç merak etmezdim çünkü o zamanlar kafasına takacağı tek şey işiydi. İşte bir şeylere sıkıldığını düşünürdüm ama artık öyle değildi. Annemin ölümünden sonra resmen kafayı bana taktı çok korumacı davranıyordu. Ufacık bir şeyde bile geriliyor, sinirleniyordu.
Yavaş adımlarla babamın yanına ilerledim, oturdum ve her zaman huzur bulduğum o yeşil gözlere baktım. Endişeli bir şekilde "Noldu baba bir sorun mu var?"diye sordum. Yüzüme baktı, kafasını çevirdi gözlerini duvara dikti. "New York' a gitmeliyim. Bir hafta kadar evde olamayacağım." dedi. Gülümsedim "Suratın ondan dolayı mı bu kadar asık? Bende bir şey oldu zannetmiştim." dedim
Gerginliği iyice arttı "Marry aradı." dedi, işte bu söylediği ile biri kalbime ateş etmiş gibi oldum. Babam devam etti "Bir hafta sonunda onunla birlikte döneceğiz buraya." gözlerimden akan yaşlara engel olamadım "O sürtük bu eve gelemez!" babam yüzüme baktı "Düzgün konuş." diye uyardı beni. Düzgün falan konuşamazdım o kadın tercihini 17 yıl önce yapmıştı ve bizi -beni- kaybetmişti. Ayağa kalktım " Ara ve söyle o sürtüğe onun gibi bir pislik benim evime gelemez!" artık bağırıyordum. Babam kolumu tuttu " Onun kim olduğunu unutamazsın sonuçta seni doğuran o!" dedi. Kolumu elinden kurtardım " Lanet olsun keşke doğurduğu an geberseydim de öyle bir sürtüğün annem olduğunu ögrenmeseydim!" işte bu şekilde bağırırken suratıma gelen tokatla bir anda dondum.
"Git ve getir o sürtüğü buraya, ne de olsa artık bu evde ben olmayacağım. " dedim ve koşarak kendimi dışarı attım. Nereye gideceğimi bilmiyordum sadece gecenin karanlığında bilinmeze doğru koşuyordum.
Aklımdaki saçmalıklarla koşmaya devam ettim. Marry bizi bırakmıştı, beni doğurduktan sonra babasının yanına o çok sevdiği şirketine gitmişti. Tabi ben bunları yıllar sonra öğrendim. Benim bir tek annem vardı, o da bir yıl önce ansızın bu dünyadan göçüp gitmişti. O benim sonsuza kadar annem olarak kalacaktı.
Ayaklarımın beni nereye götürdüğünü düşünmeden daha hızlı koştum. Kendimi dünyanın en yalnız insanı gibi hissediyordum. İçimden lanetler okudum ve bir anda dizlerimin üstüne düştüm. Şu lanet olası hayat bana her boku tattıracaktı. Daha 17 yaşındaydım ama kendimi 60 yaşında bir ihtiyar gibi hissediyordum.
Bir kaç çabamla yerden kalktım ve etrafıma bakındım evden fazla uzaklaşamamıştım ama okulun yakınlarındaydım hiç düşünmeden okula doğru koştum kimse beni orada bulamazdı zaten güvenlikçi şu anda horul horul uyuyordur.
Demirlerden atladım ve okul bahçesine girdim. Her zaman açık olan hademe kapısından okulun içine girdim. Yavaş adımlarla burnumu çeke çeke soyunma odasına ilerledim burası okuldaki en sessiz ve karanlık yerdi. Kapıyı açtım ve içeri girdim, zemine çöktüm. Sessiz hıçkırıklarımla ağlamaya devam ettim.
Üstüm ıslak ve çamurluydu aynı benim hayatım gibi. Benim hayatımda son bir kaç yıldır göz yaşlarıyla ıslanmış, yalanlarla çamurlanmıştı. Lanet olası Marry ile daha iki yıl önce tanışmıştım sürtük şey, o zaman bile kendini bana siktiğiminin holdinginin patronu olarak tanıtmıştı. Ama nedense o pisliğin benim annem olduğunu anlamıştım. Amansızca birbirimize çok benziyorduk. Kızılımsı kısa saçlar, kahverengi gözler ve çelimsiz ince bedenler.
Hıçkırıklarım iyice arttı. Düşünsenize yıllar sonra sizi doğuran kadınla - biyolojik annenizle- tanışıyorsunuz ve sanki ona kopyası gibi benziyorsunuz. O ise kendini size rakip şirketin sahibi olarak tanıtıyor, gözlerinde gördüğünüz tek şeyse soğuk sadece bir buz belkide Titanic' in batmasına neden olan buz dağı ve siz o buz dağının arkasını göremiyosunuz düşünün ki bu kadın sizin anneniz.
Ne kadar ağladığımı bilmiyordum en sonunda bedenim dayanamadı ve göz kapaklarım yavaşca kapandı.
Bir saat sonra:
Uyuyordum evet ve bu gördüğümde bir rüyaydı hatta şuan da duyduğum bu kokuda rüyamın içinden geliyordu-nasıl bir şeyse artık o. Bedenim ılıktı, üşümüyordum ve bu koku, bu koku inanılmazdı. Önümde deniz vardı ve ben denize doğru koşuyordum. Burnumda ise o koku. Odunsu, yeşil ama bir o kadarda mavi. Sanki orman ve deniz karışımı bir koku. Koştukça koku artıyordu tabi denizede yaklaşıyordum. Sanki arkamda beni yakalamaya çalışan biri vardı ama ben mutluydum, güvende hissediyordum.
Biri belime sıkıca sarıldı, koku şuan da burnumun tam dibindeydi aman Tanrım cidden bu koku ve sıcaklık. Gözlerimi açtım, bulunduğum yer küçük bir çığlık atmama neden oldu. Ben şuanda bir kuçaktaydım hemde tanımadığım birinin kucağında.