Hayatım saçma sapan bir sapığın ve hatta iki sapığın varlığı ile değişse de hala vermem gereken sınavlarım olduğu gerçeğini değiştirmiyordu bütün bunlar. Ben de her zaman olduğu gibi sınavlara iyi çalışmış ve her dönem ortalama bin kişinin girdiği matematik analizi dersini vermek için Büyük Bina’nın ilk sınıfındaydım. Sınav başlamak üzereydi. İçeride beş adet asistan vardı. Kağıt dağıtılmış ve içerinden haber bekliyorlardı. Bu arada ben de çaktırmadan sorulara bakıyordum. Sınav tam başlayacaktı ki içeri altıncı bir asistan geldi. Diğerlerini de çağırıp, birkaç dakika bir şeyler konuştular. Sonra da içlerinden biri yüksek sesle, “Arkadaşlar sınav ertelenmiş. Güvenlik nedeniyle şimdi binayı boşaltacağız ama panik yapmayın. En arka gruptan sırayla sınıfı boşaltalım lütfen” dedi. Herkes şaşkın şaşkın birbirine bakıyordu. En arkada olduğum için hızla sınıfı terk ettim. Dışarısı kalabalıktı. “Ne yani bomba mı varmış binada” diyordu sarışın bir kız. “Biri okulu arayıp bomba ihbarında bulunmuş” diye cevapladı sarışının arkadaşı. İnsanlar korkuyla aşağı yukarı bu konudan bahsediyordu. Kısa sürede de polisler gelmişti üniversiteye. Polisleri gören sosyalist öğrenciler hemen eylem yapmaya başlamıştı ama işin gerçeğini öğrenince çaktırmadan geri adım attılar. Tebessüm ile onları izlerken telefonum titredi. Sapığımdandır diye düşünürken bunun mesaj değil, bildiğin telefon araması olduğunu gördüm. Annem arıyordu. “Anne nasılsın?” diye açtım telefonu. “Oğlum nasılsın, nasıl gidiyor bakalım üniversite” diye karşıladı beni. Hemen bomba olayından bahsedince panikledi ve sakinleştirmem oldukça zamanımı aldı. “Ah ah üniversitenin tadını çıkar. Benim dönemimde efsaneydi orası. Ne günler geçirdik orada” demişti. Annem de bu üniversitede öğrenciydi bir zamanlar. Hatta bir yıl gecikmeli mezun olmuştu O yüzden üniversiteyi benden iyi biliyordu. Ayrıca annem oldukça hareketli bir yaşama sahipmiş o yıllar. Bana kıyasla güzel bir hayatı olduğunu söyleyebilirdim. “Kız arkadaşın nasıl bakayım?” dedi bir an. Kafam karışık halde, “Ne kız arkadaşı?” diyebildim. “Hadi hadi saklama. Bugün beni aradı. Satranç Kulübünde tanışmışsınız.” dedi devamında. O an kaynarlar sular üzerimden döküldü. O sırrı söylemiş midir diye korktum ama söylese böyle neşeli olamazdı. Yalandan da olsa itiraf ettim sevgilim olduğunu konusunda. Biraz daha muhabbet edip kapattım telefonu. Sıkılmıştım bu işten. Bir an önce onun kim olduğunu bulmam lazımdı. Odama gelince hemen bilgisayarı açtım. Sırayla satranç kulübündeki insanların sosyal ağ hesaplarını buldum. Erkeklerin tümü genele kapatmıştı hesabını. Sadece Kemal ile Harun Twitter kullanıyordu. Onlar da günlük konular hakkında tweet atıyordu. Özel ya da belirleyici bir şeyler yoktu. Kızlara gelince Sanem’in Instagram hesabını bulmuştum. Gizlenmemişti. Fotoğrafa bakınca hem kitap, kahve, kedi resmi paylaştığını gördüm. Çok az kendi fotoğrafı vardı. Kübra’nın da Instagram hesabı açıktı. Ve içerisinde kendinden başka hiçbir şeyin fotoğrafı yoktu. Havuzda, mutfakta, yatakta, banyoda, çimde, partide ve her yerde kendi fotoğrafını çekmişti. Fotoğraflarının kalitesi çok kötüydü çünkü hem ön kamerasını kullanmıştı. Sibel’in ise hesapları kapalıydı. Sanem Kara, Kübra Kan ve Sibel Güneş gibi tam isimlerini de öğrenmiştim kızların. Az çok karakter analizi yapıyordum ki telefonuma mesaj geldi. Sapıktan gelmişti. “Biraz sonra seni Kemal arayacak. Akşama toplantı var aşkım. Ayrıca tahmin et bakalım kimle tanıştım?” diyordu. “Annemle!” diye cevapladım. “Aaaa nereden biliyorsun?” dedi yalan dolu ifadeyle. Cevap vermedim. Akşama kulübe heyecanla gittim. Geç gelmiş olmalıydım ki herkes oradaydı. Sanem beni görünce koşa koşa yanıma geldi ve ellimi tutarak, “Benim yanıma oturuyorsun” dedi gülerek ve beni kanepeye götürdü. Utanmıştım. Ama çaktırmadım. Yine kulüp hakkında konuşurken birden elektrikler kesildi. Sonra da yangın alarmı çalmaya başladı. Karanlıkta ne yapacağımı şaşırmış halde ayağa kalktım. Odanın içerisinde bir hareketlilik oldu. Tam kapıya yöneliyordum ki elektrikler geldi. “Ne oldu şimdi?” dedi Sibel korkuyla. Kemal korkmuş gibi etrafına baktı. “Birine çarptım galiba” diyebildi sadece. Diğerleri de panik halindeyken kapı birden açıldı. İçeriye bir sürü polis girdi. “Kimse kıpırdamasın. Arama var” demişti polisin teki. Onları görünce gülümsedim çünkü planım harika işliyordu. Sapığı bulmak için şöyle yapmıştım. En yakın Migros’a gidip, sahte bir isimle kendime kredi kartı yerine geçen İninal Kartı satın almıştım. İçine biraz para yükleyip, internetten yurt dışını ucuza arayabilen VOIP programlarından birini indirdim. İninal ile kredi satın aldım. Bu programların şöyle bir harika yönü vardı: Sisteme girdiğiniz numarayı karşıya gösterebiliyordunuz. Ben de sapığın numarasını girerek rektörlüğü aradım ve bomba ihbarında bulundum. Sonra da numarayı değiştirip, bomba ihbarını yapanın akşama Satranç Kulübünde olduğunu söylemiştim. İhbar üzerine bir grup insan hepimizi arayacak ve ortaya çıkan telefonlara bakarak o numaranın kime ait olduğunu tespit edeceklerdi. Biraz riskliydi ama değerdi. Herkes şaşkın şaşkın halde birine bakarken polisler hepimizi aradı. Herkeste bir telefon vardı ki polislerden biri Kemal’in üzerinde fazladan bir telefon buldu. Sonra da her telefonunun numarasını tespit ettiler. Sapığın numarası da tespit edilmişti. Kemal’di o sapık. Ağzım açık halde izlerken her şeyi anlamlandırmaya çalışıyordum. “Bu telefon benim değil” diye haykırdı. “Hep öyle derler” dedi polisin biri ve onu alıp götürdüler. Hepimiz şaşkındık. Ama özellikle ben şaşkındım. “Vay anasını erkekmiş” diyebildim sadece. Ertesi gün her şeyi açıklığa kavuşturmak için karakola gittim. Artık cevabı hak etmiştim. Özellikle de harika planım işe yararken. Zar zor polisleri ikna edip, Kemal ile görüşebildim. “Naber sapık!” dedim gülerek ve hafiften öfkelenerek. Kemal kafasına kaldırarak bana baktı. Gülüyordu. Eski Kemal’den eser yoktu. Nedense korkmuştum. Dışarı doğru baktım yakında polis var mı diye ama yoktu. “Tam bir salaksın Sinan. Ben olduğumu sanıyorsun değil mi?” dedi. “Hala inkar mı edeceksin. Telefon üzerinden çıktı. Sensin o işte. Şimdi söyle! O sırrı nereden biliyorsun?” dedi. Kemal artık gülmüyordu. Hızla ayağa kalkıp, “Salaklaşma! Ben sana yardım eden o dosttum. O seni de beni de tuzağa düşürdü” dedi. Güvenimi kaybetmeye başlamıştım. “Işıklar sönünce biri bana ağır bir şekilde çarptı. O sırada telefonu üzerime koymuş olmalı.” dedi. Söylediklerini analiz etmeye çalışırken cebinden anahtar çıkardı Kemal. “Bana ister inan ya da inanma ama kulübü kuran kimselere göz atman gerek. O zaman bana hak vereceksin. Bu anahtarla kulübü aç ve sağ dolaptaki en üst çekmedeki dosyalara bak” dedi. Anahtarı hızla aldım. "O zaman kim olduğunu söyle" dedim. "Söylemem şimdi ama öğreneceğini eminim ama inan bana onun kim olduğundan ziyade ne yaptığını bilmem daha önemli" dedi karanlık bir ifadeyle. Vakit dolmuştu. Polisler beni dışarı çıkardılar. Kafam karışık halde kulübe doğru yürüdüm. Acaba doğru mu söylüyordu? Pek yalan söylüyormuş gibi hali yoktu. Kulübe vardığımda yüzlerce soru ve şüphe vardı. Anahtar ile kulübün kapısını açtım. İçerisi kapkaranlıktı. Işığı açmadım dikkat çeker diye. O nedenle telefon ışığıyla içeri süzüldüm. Kemal’in dediği dosyaları indirip, incelemeye başladım. Her yılın üyeleri buraya listelenmişti. En başa baktığımda bembeyaz kesildim. Kulübü dört kişi kurmuştu. Bunlardan biri Neşe Mol idi yani annemdi. “Nasıl olabilir bu?” derken diğer isimlerde dikkatimi çekti. “Hakan Güneş, Meltem Kara ve Onur Kan” idi. Soyisimleri kızlarınkiyle aynıydı. Her birinin fotoğrafını çekerken kulübün kapısı aralandı. İçeri birileri girmişti. Hızla dönüp, bakınca uzun süre yaşamayacağımı anladım. Kübra karşımda duruyordu. Elinde de bıçak vardı. Psikopat bir surat ifadesiyle, “Ne yapıyorsun burada ve o dosyalarla” dedi. Sesi soğuk ve tehdit ediciydi. Karşısında küçük dilimi yutmuş ve yutkunmuştum. Sanırım her şey bitmişti