Ekin'den
İsminin Reva olduğunu öğrendiğim çakma sarı sürtük birinin elini tutmasıyla afallamıştı. Arkasını dönmesiyle onu tutan kişiyle burun buruna gelmişti. Kumral tenine masmavi gözlerinin uyumu insanın içini hoş ederken bakışları adeta ben tehlikeyim diye bağırıyordu. Bu neden beni çekti bilmiyorum ama duygularımı saklama konusunda üstüme yoktur. Yani ona karşı bir şeyler hissetsem bile bu onu anlayamayacak. Neden ondan hoşlanıyorum ben ya? Yok öyle bir şey.
"Ne oluyor burada?" Abi bu ne off! Valla ben sesine bile düştüm, buna nasıl düşmeyeyim? En iyisi havalı davranmak.
"Gençler bana burdan iş çıkmaz, hadi ben kaçar. Reva, seni de öpüyorum, tatlım." 'Tatlım' kelimesini vurgulayarak söylemiştim. Umarım beni anlamıştır. Kolumda hissettiğim elle yavaş ve havalı adımlarımı durdurmak zorunda kaldım. "Hiçbir yere gitmiyorsun. Bu olay bana anlatılmadan gidilmeyecek," kalabalığa bakıp, "siktirin gidin lan işinize. Ders başlıyor bunlar hala dedikodu peşinde. Mahalle karılarından farkınız yok!" Karı mı??? Bu ne kadar kötü bir hitap şekli böyle?! Belki de o öyle düşünmüyordur. Yine de onu uyarmalıyım, "Kadın." diye düzelttim. Yani aslında feminist falan değilim ama bu pek hoş bir hitap şekli değil. Yine de beni takmış gibi durmuyordu.
"Kerem, bırak şu paçozun kolunu!" Duyduğum cırtlak sesle yüzümü buruşturdum. Ah be kızım, çok kaşınıyorsun he!
"Ekin Ablam hakkında doğru konuş, seni fahişe!" Ulan bu Beril'e kanım çok pis ısındı he! Çekilin yoldan öpeceğim! Uzaktan ona öpücük gönderdiğimde şirin anlarımızın katili Kerem'in sesiydi. "Beril," tüm bakışlar ona döndü. Hala hali hazırda bizi bekleyen bir kalabalığımız vardı sonuçta. Kerem onları kovamamış, ne yazık! "Sen şu kalabalığın fotoğrafını çek, biz bir listeleye-" daha sözünü tamamlayamadan kalabalık koşarak sınıflarına girmişti. Flaş mısınız be kardeşim! "Kerem insanlara düzgün davran!" Yanımdaki Ceylin'in sesiydi. Kerem kolumu bırakıp bir, iki adımda ona yaklaşınca Ceylin'in sırtı duvara değmişti. "A-ah, Ceylin? Mert?" deyip güçlü bir kahkaha attı. Ceylin utanıp kızarmışa benziyordu. Bunların Mert'le arasında bir şey var ama dur bakalım. Mert bir şey anlayamadan hızlı adımlarla yanımıza geldi. "Efendim kardeşim, bir şey mi oldu?" Lan bunlar arkadaş mıydı? Ulan çok da tatlı bir çocuğa benziyordu ha!
"Mert al Ceylin'i, bizim arkadaşlarla bir işimiz var." Ne işimiz var acaba? Ya ben bununla uğraşmak zorunda mıyım? En azından dersten kaytarıyorum diyebilirdim, ama tabiki demedim. Derslerime önem vermem gerekiyordu, sonuçta artık annem ve babam yok. Bana bakacak birileri de yok, ölsem kimsenin umurunda olmaz, onun için kendim çalışıp çabalamam lazım.
"Ben gelmiyorum." Sanırım sesim biraz ciddi çıkmıştı. Kerem'in bana öyle bir bakışı vardı ki kendimi korkup açıklama yapmak zorunda hissettim. "Derse girmem gerekiyor. Yok yazılamam." Alayla gülüp yüzüme baktı, "Ne o, yoksa çok sevgili babacığın kredi kartını elinden mi alır?" deyip okulu inletebilecek bir kahkaha attı. Kahkahasının güzelliğine odaklanmamaya çalışarak yüzüme sahte bir gülücük yerleştirdim. "İnsanları tanımadan onların hakkında yorum yapmak fazla zavallıca. Ve benim ön yargılı insanlara hiç tahammülüm yoktur. Onun için, sana kız arkadaşınla mutluluklar. Söyle ona bir daha Beril'e yaklaşmasın. Hmm, ben söyleyemem çünkü yılancam yok. İyi günler." Koskocaman sırıtıp yanlarından ayrıldım. Arkamdan baktıklarını hissedebiliyordum. Kerem denilen çocuğu göt etmenin sevinciyle aileme laf attığını unutmuştum. Babamla olan anılarımız aklıma gelince her zaman olduğu gibi gözlerim doldu bu sefer de.
"Kızım koşma, düşeceksin bak."
"Babacığım koşsana hadi! Dondurmacı kaçıyor. Hadi koş babacığım!"
Dondurma yiyecek olmanın heyecanıyla seyyar dondurmacıya koşuyordu minik kız. Minik elleri babasının elinin içinde kaybolmuş, çok sevdiği babasını da peşinden sürüklüyordu. Koşup dondurma satan amcanın yanına varınca babacığı onu kucağına almış, dondurma seçmesine izin vermişti. On yaşında koskocaman bir kız olmasına rağmen hala beş yaşında bir kız çocuğu gibi davranıyordu. Zaten ailesi ona pek düşkün olduğundan, ne kadar büyürse büyüsün hep minik bir kız çocuğu gibi davranacaktır. Minik kız en sevdiği renk olan pembe dondurmayı seçmişti. Babası onu omuzlarına yerleştirirken küçük kız büyük bir mutlulukla dondurmasını ağzında eritmekle meşguldü. Minik kız babasının omuzlarında korkusuz bir prensesti adeta. Babası da onun korkusuz şövalyesi. Küçük kız babasının omuzlarında, bir parka geldikleri zaman babacığı durdu. Onu parkın içindeki minik dönme dolaba yerleştirirken kendisi de dışarıda minik hamlelerle döndürüyordu kızını. Kız çocuğu buna kahkahalarla gülerken bir yandan da dondurmasını yemeye çalışıyordu. Hafif rüzgar tenine değdikçe daha çok gülüyordu minik. İnce uzun saçları rüzgarın etkisiyle bir sağa, bir sola salınırken babacığı da onun bu haline gülmeye başlamıştı. Çok seviyordu minik kızını.
"Babacığım, seni çok seviyorum."
"Ben de seni seviyorum güzel kızım." Babasının minik nazlı kızıydı o. Nasıl sevmezdi ki onu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUH IŞIĞI
Teen FictionÖlüm... Çok kötü. Ama en beteri unutamamak. Aslında insanları sevmeyiz, onların bize hissettirdiklerini severiz. Onlar gidince yaşadıklarımız, kocaman bir hiçlik. Acaba beni görüyor musunuz? Beni izlemenizi çok isterim. Sizi çok özlüyorum. Teşekkürl...